AYAĞIMIZA DOLANAN PRANGALAR

0

Nerede kaldı o eski günler,
Nerede kaldı o güzelim yıllar,
Nerede kaldı o insanlar,
Nerede kaldı hoş sohbetler, muhabbetler…

Korkmayın yahu, hepsi burada bir yere kaçmıyorlar. Gevşek bırakıldığında o kaygı, o heyecan, o nefes alıp verişinin ifade edilemeyen yanı. Bir yere gitmiyorlar buradalar halbuki!

Yaşanılan bu kaygının ifade ediliş şeklini betimleyeyim sizlere. Beş çayı toplantısında, 55 yaş ve üzerinde bir takım teyzeler, babaanneler; belki de işten, koşuşturmacadan, hayatının yorgunluğunu sanki hep üzerinde taşıyormuş gibi davranan belli bir genç grup oluşturuyor bu toplantıları. Muhtemelen teyzelerin üzerinde yünden örülmüş sarılı, mavili, yeşilli yelekler, olmazsa olmazı patikler, gözlerinde gözlükler, ellerinde şişler var. Hayır hayır şaka yapmıyorum. Bizzat karşılaştığım bu grubun içerisinde bulunmuşluğumdan dolayı bir süre o role bürünüp, teyzelerin duygu durumuna eşlik etmişliğimden hep bu yazmalarım 🙂 🙂

O insanlar gitmedi, hala içimizde
O yıllar gitmedi çünkü; belki hala yaşanmadılar
O eski günler hala var, hala kıymet bilenlerde
O hoş sohbetler, muhabbetler ise hala gitmedi, dilimizin ucunda, belki de cebimizdeki o dünyada…

Çünkü; herkes eskilerde, çünkü herkes değişen bir dünyada değişmeyen duygular istiyor. Değişmeyen cümleler, değişmeyen insanlar, değişmeyen geçen yıl gibi . İstinaden belirtmek isterim ki; değişmeyen bir dünyanın içerisinde olmak, alıp-vermeden yaşamak, derin dondurucunun içerisinde senelerdir bekleyen bezelyenin tadı gibi geliyor. İnsan neden eskilerde yaşamak ister ki? Sorusunu sordurtuyor bana. Neden “eski bir dünya” da yaşamak bu kadar cazip geliyor insanoğluna. Takdir edersiniz ki; “Değişmeyen tek şey değişimdir.” diyor Herakliteos. Değişimi bu kadar ince ifade eden bu cümleyiyi size şöyle ifade edeyim. İnsanlar “eskinin” içerisinde yaşamının “yeniliğe karşı direncin” sesini gümbür gümbür ifade ediyor. Yeninin korkutucu gücü, güvenlik alanına çıkmamama isteği ve yeninin insanoğlu üzerindeki kaygı durumunu seriyor gözler önüne. “Eskinin Değişmezliği” varolan hayat kapasitesinin içerisinde bir yenisini ekleyememek, endişe duymak, yenilikten kaçmak, “bir daha eskisi gibi olamamaktan korkmak” sanatını da beraberinde getiriyor. Bundan dolayıdır ki; insanlar değişmekten, eskiyi kaybetmekten korkuyor. Eskinin içerisinde biriken enerji blokajlarını temizlemeye, yenilemeye, değişmeye izin vermiyor. Eğer “eski”-“yeni” ye dönüşürse yaşam içerisinde biriktirdiği tüm kaygılar, tüm korkular, tüm gizlilikler, tüm ifade edilemeyenler, hepsi birer tıkanmış olarak gün yüzeyine çıkmasından endişe güdüyor insan.

Eskiden olsaydı böyle olmazdı…
Ahhh o eskiden yediğimiz yemekler….
Bir de ne duyayım bana neler söylüyor…
Hayat şartları çok zor bu devirde insanlık ölmüş…
Zaten “Gençlik Ölmüş” (!),
Otobüste, minibüste, metroda, metrobüste yer de vermiyorlar…
Tühhh, tühhh bittik, bittik …

Bu cümleleri belki günde defalarca tekrarlıyor insan, belki defalarca kendisine bu cümlelere cevap olarak,

“Ben hiçbir şeyi değiştiremem”
“Değersizim”
“En en iyisi bulunduğum yeri koruyayım”
“Çünkü orası benim güven duyduğum alan”
“Ben güvenilir bir kişi değilim”
“Bittik, ben bitersem herkes bitmeli; ama herkes biterse ben asla bitmemeliyim”
“Kaybetme Korkusu”…

Evet, evet sizler söylüyorsunuz her gün bu cümleleri. Her gün bu cümlelerden temeli sağlam olmayan evler inşa edilmeye çalışılıyor. Her gün kendinizi yerin dibine sokmak için cümleler sarf ederken üşenmiyor, dilinizi yoruyor baştan aşağı çakralarınızı kapatıyorsunuz. Şaka yapmıyorum. Uydurmuyorum. Yalnızca kendimizi bu cümlelerle ifade etmeye çalışırken nasıl da halt ettiğimizi söylüyorum. Gocunmadan, kaygı duymadan, korkmadan…

Sizlere kanlı, canlı bir örnek vereyim hatta. İki ay önce masterımı bitirdim. Okuduğum süre zarfında benim için okumak, çalışmak, üretmek keyifli bir hal alıyordu. İnsanların “aaaaa sen hala okumuyor musun?”, “kaç yıl oldu ben seni okuyor biliyorum”, “bıkacaksın kızım bıkacaksın, hayatını yaşamaya bak sen” ( sanki okurken, yaşamıyormuşum gibi.), “ne oldu tezini bitirdin de başın göğe mi erdi?” , “en iyisi sen zengin bir koca bul otur evinde”(tövbe bismillah), “kızım böyle işte okuduktan sonra da işsizsin”, ” aaaa sana çok üzülüyorum, o kadar okudun iş bulamadın mı? Zor kızım zor”…

Bu cümlelerin altında neler mi gizli; ben yapamadım sen de yapamazsın, ben başaramadım sen de başaramazsın, ben çabaladım olmadı sen de çabala ama ne yaparsan yap senin çaban da boşa gidecek, ben de okudum ama pes ettim sen de pes et; pes et ki birlikte kazak örüp evde oturalım. Sana çok üzülüyoru; çünkü benim yaşam içerisinde attığım adımlar, verdiğim kararları hep yanlış verdim. Sen de öyle ol. Hep yanlış yap. Doğruyu yaparsan eğer benden daha güçlü olursun bak o hiç olmaz demedi deme.  Ben zengin bir koca bulamadım; ama sen bul yeter ki üretme, çalışma, tembel ol…

Ne yazık ki; bunları dile getiren hep hemcinslerim oldu. Elinden tutup göklere çıkartmak yerine kurban psikolojisi içerisine girmemi ve asla oradan çıkmamamı istediler. Bilmiyorlardı ki benim en büyük değişimim eskilere aldırış etmeden, eskilere yenileri ekleyerek ilerlemem oldu! Bir başkasını “bunu yapman çok zor ” diyorsa bilin ki; o asla başaramadı. Yapamadı. Seninde başarılı olmanı istemiyor; çünkü direniyor, değişmek  ve yenilenmek istemiyor. Bulunduğu konum konforlu, her türlü sıcaklık sistemi devrede hatta yastıklar o kadar yumuşak ki, sağ sola hareket etse dahi korkuyor.  Gözleri yerinden fırlıyor, susmuyor.

Hep hep hep konuşuyor, gereksizce!

Yine çok konuştum, diyorum ben. Çalışmayan, üretmeyen ve gereksizce konuşanlara gülerek hemde.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.