emprovizasyon bir kesit

0

“ Ah Üsküdar! Dört mevsim de seninle güzel. Kız Kulesi! Ah İstanbul! Benimsin! Papatyalar, ve günün en sarı anı! İşte deniz havası, hoş geldin bahar! İyi ki geldin! “ sığmıyordu içi içine Rayiha’nın. Puslu, gri geçen uzunca bir kıştan çıkmıştı. Bahar onun için yeniden doğmaktı, yeni bir hayattı.

 

 

Bahar güzeldi, Üsküdar onun için her şeydi. En güzeli Enes gelmişti. Tüm bu çığlıklar, bundandı. Netti. Koşar adım Fethipaşa Korusuna çıktı. Buğlem gelecekti ve denize şöyle bir bakıp kahvelerinden birer yudum alacaklardı. Buğlem acı kahve söyleyecekti her zamanki gibi. Rayiha ise sütsüz ve şekersiz kahve içemezdi. Az sonra Buğlem geldi. Aralarında kardeşten öte bir bağ vardı. Kardeş değillerdi. İki kardeşin çocuklarıydılar. Kardeş gibi büyümüşlerdi. Buğlem ağlasa, Rayihanın gözünden gelirdi yaş. Buğlem utansa Rayiha kızarırdı.

 

 

Buğlemi görünce elmacıkları kocaman şişerek gülümsedi. Duramıyordu yerinde. Durmadı da. Hemen sarıldı Buğlem’e. İçiçe geçmişlerdi sanki. Buğlem alışkındı Rayihanın doruklardaki heyecanlarına. Gülümseyerek “Güzelim, yüzünde açan güllerin sebebi nedir?” dedi. Rayiha sevincini paylaşmak ve olur ya hayallerim yıkılırsa batar mı kırıkları kalbime düşüncesi arasında kaldı.

 

Böyleydi Rayiha. Sevgisini kalbinin en derinliklerine gömer bir daha asla çıkarmazdı oradan. Korkardı karşılık bulmamasından yastığının altına sakladığı hayallerinin. Bir müddet sustu. Düşündü. Olur muydu ki? Buğlem ne olduğunu anlamaya çalışırken Rayiha toparladı kendini. “ Burada olmayı çok seviyorum. Hem yaz tatilinin habercisi değil mi bahar? “ Buğlem cevaptan tatmin olmadığını belli eden bir bakış attı. Gülüştüler…

 

 

Kim bozabilirdi ki bu tabloyu? Kimin ne haddineydi iki kardeşin gülüşlerine sus payı olmak. Uzun zaman konuştuktan sonra son kez Üsküdar’a baktılar. Aynı şehir içinde iki ayrı kıta. Ortak sevgilileriydi Üsküdar. Buğlem aldatsa da bazen, Rayiha bir şeyin yerini asla başka bir maddeyle dolduramazdı, konduramazdı.

Vapura binip karşıya geçme vakti. Eminönü yolcusu kalmasın!

 

Rayiha motorun yaptığı köpüklere bakıp çocukça hayallere dalmışken Buğlem birden “ Rayiha, bugün ders çıkışı birini gördüm. Üzerinde koyu mavi, lacivert olmayan bir ceket vardı. İlk kez gördüm. Garip bir his oluştu içimde. Ben sadece olduğum yerde kalakaldım. Gözlerinin rengi elaya çalan kahverengiydi. Bakışları gece gibiydi, içine hapsetti sanki”

 

Rayiha pek dikkate almadığı konuşmanın son cümlesini duyunca Buğlem’e dönerek “gözgöze mi geldiniz?” hayat ne garip diye düşündü Rayiha. Bir kez bakamamıştı öyle derin çocukluğunu paylaştığı Enes’e. Çözememişti bile gözrengini. Buğlemse bir bakışıyla emri altına almıştı daha ismini bilmediği delikanlının.

 

Buğlem kayıtsızca devam etti “ sadece bu kadar mı sanıyorsun” anlatacak çok şeyi olduğunu gösteren bir gülümseme belirdi yüzünde. “ olur o iş, ben istersem tabi”. Emindi Buğlem kendinden. İlk değildi bu. Son olur muydu ?  Hiç sanmıyordu.

 

Rayiha tekrar daldı yarım kalan düşüne. Yola Buğlemle devam etmek istememişti. Küçük görüyordu Buğlem’in dev egosunun yanında kendini. Vapurdan inerken yolları ayırmanın bir fırsatını kolluyordu.  Gerek de yoktu. Buğlem bir grup arkadaşını görünce çoktan Rayihanın yanından uzaklaşmış yola onunla devam edemeyeceğini el sallayarak ifade etmişti.

 

                                            *                     *                  *

 

 

 

Güne kahveyle başlamak için bahanesi vardı Rayihanın. Durgut beye yardım edecekti. Uykusunu açmanın bir yoluydu nasılsa. Durgut bey giyim sektöründe çalışan muhafazakar bir adamdı. Kardeşlerinin aksine namazında hatta hacca gitmiş, akrabalarından bu konuda eleştiriler almış ama dik duruşu secde dışında eğilmemiş bir adamdı. Adam gibi adamdı. Varlığını çocuklarına adamış, çocuklarına Allah yolunda peygamber adımlarıyla yürümeyi öğretmeye çalışmıştı yıllarca. Yüzünü kara çıkarmamıştı evlatları. Durgut bey Rayihanın hayallerindeki başrol Enes’in babasıyla ortaktı. Rayihaya bir sürprizi vardı. Uzun zamandır üzerinde çalıştıkları ihaleyi almış semtin göbeğine Selehattin Beyle dev bir plaza kurmuşlardı. Rayiha habersizdi selehattin bey ve Durgut beyin ortaklığı aynı çatı altında sürdüreceklerinden.

“ Ben hazırım baba! Çıkalım.”

 

Durgut bey Rayiha’ya bir sürprizinin olduğunu kaçamak tebessümleriyle yeterince belli ettikten hemen sonra farklı yola sapmasıyla Rayihanın heyecanını katlamıştı. Az sonra araba yavaşladı. Karşı caddece bir açılışın olması Rayihanın merakına ve heyecanına cevaptı işte. Kapıyı açtı ve yüzündeki kocaman gülümsemeyle plazaya baktı.

 

Enes. Enes miydi o? Aradan geçen dört yılda Enes tam bir delikanlı olmuş tebrikleri kabul ediyor davetlileri karşılıyordu. Durgut beyi ve Rayihayı fark eden Enes uzun bir süre bakakaldı.

 

Her ikisi de değişimin şaşkınlığıyla donakalmıştı. Kalbinin sıkıştığını hissetti Rayiha. Yutkunamıyordu. Bir yumruk inmişti sanki boğazına. Bir an nefes alamadığını fark etti arkasına döndü ivecen bir hareketle. Yine bir astım nöbeti miydi? Bilmiyordu. Sebep Enes’ti. Özlemdi, vuslattı bu tek taraflı. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir andı. Arkasında bir ses hissetti ve irkildi Rayiha. Kadife bir sesti bu. Dertlerine deva olan bir ses. Tanıdık, yılların etki etmediği. En sevdiği sesti. Saatlerce dinlemek istediği. Deniz şırıltısıydı, baharda kuş cıvıltısıydı. “Rayiha!”

 

 

Kalbine hükmedemiyordu, dur diyemiyordu ki Rayiha. Ritmi değişmişti çoktan kalbinin, ismini hiç kimse böyle seslenemezdi. Kulağında bir name, bir melodiydi. Nefes aldı zorlukla. Döndü.

 

Aklında bir soru vardı şimdi. Enes miydi, Enes sabi miydi tıpkı küçüklüğündeki gibi. Cevabını bulmaya yoktu hali. Şeftali kırmızısı yanakları yangın yeriydi. Gözlerini kaldırmasıyla çoktan dolmuştu gözleri. Sadece tebessüm edebildi.

 

Enes Rayihanın kalbiydi artık. Enes ‘hoş geldin’ dedi farkına varmış gibi. Utandırmak istemedi daha fazla belki, belki yere eğilmiş başını kaldırmasını istedi. Rayiha kapalıydı artık her şeye. Titreyen sesiyle “uzun zaman oldu.” Diyebildi.

 

Asırlar oldu sanki, zaman dondu, vakit durdu. Yıllar, mevsimler bitti sen gelmeyeli. Hasretinle yandı gönlüm, kül oldu. Kahvenin telvesi gibi acı buruk bir tattı yokluğun. İyi ki geldin. Gelmeseydin ölecektim..

 

 

                                 *                             *                             *

 

 

 

Aradan geçen günler haftalar aylar vardı. Aynı şehrin havasını almak da vardı lakin. Sevda büyük şeyler aramaz. Rayiha yıllarca aynı gökyüzüne bakıyor olmayla teselli bulmuştu. Aynı semtte iki farklı sokaktılar belki hiç kesişmeyen. Ama aynı şehirdeydiler işte. Mesafeler maddeler içindi. Ancak ruhlar başka!

 

 

Enesin yokluğunda Buğlemden fırsat buldukça bu bahçeye gelirdi Rayiha. Tıpkı iki küçük çocukken Enes’le geldiği gibi. Rayiha yere bakar susardı hep. Enes ise Rayihanın sessizliğine ses olurdu. Dizginleyemediği hayalleri vardı enesin. Rayihanın hislerini anlayamayacak kadar uçarıydı.

 

Papatyalar gelecek bahara dönmek üzere gitmişlerdi. Hava yeniden sonbahara dönmüş, serin rüzgarlar esiyordu.

 

Kollarını bağladı ısınmak için. Ki aniden bir ceket inmişti şöyle omuzlarından. Arkasına dönmeye kalmadan karşısında buldu Enes’i. Ne zaman gelmişti? Neden gelmişti? Bunları düşünemiyordu. Kalbi çoktan deli gibi çarpmaya başlamıştı. Gözleri yere inmedi bu sefer. Karanlığın verdiği cesaret…

 

“Gözleriniz madam!
Gözlerinize bakıyorum da;
Sanki bir yangın yeri!
Yüzünüz talan edilmiş bir imparatorluktan kalmış gibi!..
Bir şair oturmuş o iki kaşın arasına,
Tüten dumana ve akan kana bakmaksızın!
Aldırmaksızın patlayan bombalara, şiir söylüyor gibi…

Aslında aşktır en çetin meydan muharebesi.
Siz koşuştururken lise bahçelerinde,
Dilinizde Goethe’den yarım yamalak ezberlenmiş iki dize,
Ve deri ceketinize yaslanmış yürürken yağmurda,
Bir şairdim ben; kalbini büyüten dumanlı odalarda!..
Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam, yalan yok!
Yalan asla olmayacak; çünkü ‘aşk’ üstümüze serpiştirip kaçan o yağmur,
Bir gün sizi de ıslatacak!..
Bir gün siz de hüzünle bakacaksınız kalbimin içine,
Orada yenilmiş bir şarklıyı göreceksiniz!..
Biz şarklılar, yani Allah’a inananlar, oruç tutanlar,
Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar;
Hep yenildik!
Farklı mağlubiyetlerden kuruldu tarihimiz!..

-Diyorum ki…
Vaktin varsa bu akşam…
Bizim yüzümüz kızarır madam,
Söylemeyiz!
Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
Genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız,
Bir bakarsak, usulca elimizden kayarak; parçalanır kristal gençliğimiz!..
Biz kristal gençleriz madam,
Kolayca tuz buz oluruz!

-‘Eve gitsem daha iyi’…

-İyi de benim o darmadağın halimi bırakıp nereye…
Her gece saatlerce alıştırma yapıp da,
Bir tek sevda sözü fısıldayamamanın sıkıntısını…
Aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsunuz madam?
Merdivenlerde peşinizden koşup da,
İsminizi haykıramamayı…
Size bakarken; derin bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden, nereye ha?

Rayiha artık hükmetmeye çalışmıyordu kalbine. Ne de bir söz söylemeye çalışmıyordu. Tekrar indirdi gözlerini. Sonra tekrar kaldırdı. Bir çift gözyaşı.. Şimdi yanık kahvesinin içinin, en dibinin gözlerinden akan iki damlayı silmek istese, silemezdi.. Sarılmak istese, kaburga kemiklerinden içeri soksa, olmazdı, yapamazdı. Bir sevda sözü fısıldasa, bu ona yakışmazdı.

 

Kalakalmıştılar öylece. Rayiha bu iki damlaya verecek bir karşılık bulamadı. Ve yanaklarından düşen onlarca inciyi biraz sonra anladı. Ağladı. Ağladıkça anladı, anladıkça daha ağladı.

 

                                                                     *

 

Şimdi ellerine alsa Rayihanın ellerini, olmazdı, yapamazdı. Avuçlasa yanaklarını, silse gözyaşlarını, silemezdi. Ona verecek bir karşılık bulamadı. İstemsizce bir tebessüm belirdi yanaklarından.

 

Ve fark etmişti ki Rayihaya hayat vermişti.

 

 

                                                                    *

 

Artık hayallerinde çift kişilik roller vardı Rayihanın. Yine de hayalini bile kuramazdı bir kez elini tutmanın. Kalbinin hızla çarpmasına alışmıştı. Sonbaharda bile gülebiliyordu. Anlık şeyler mutluluk sebebi olamazdı Rayihaya göre. Öpmek, sarılmak .. anlıktı. Fakat bir duyguyu kalbinde yaşıyor olmak başka, bambaşkaydı. Hayaller aleminden Buğlemin mesajıyla ayrılıyordu. Buğlem dışarı çıkmak istediğini ona bir sürprizinin olduğunu söyleyen bir mesaj atmış ve sürprizinin ne olduğunu da anlatan başka bir mesaj atmıştı.

 

 Rayiha sonunda Buğlem’in bakışlarını gece gibi diyerek tasvir ettiği kişiyle tanışacaktı.

 

Buğlemle nicedir görüşmediğini, onu ihmal ettiğini anımsadı. Biraz vakit geçtikten sonra Buğlem zile bastı. Koşardım indi merdivenlerden rayiha. Boynuna sarıldı Buğlemin. Ve kokusunu içine çekti şöyle bir. “ özlemişim.. nasıl ihmal ettik böyle birbirimizi?” Buğlem; “ Farklı bir alemdesin uzun zamandır çünkü. Umarım çıkmışsındır artık. Hadi yürü gidiyoruz “ dedi fazla bekleyemeden.

 

Rayiha ne soracak olsa “ soru yok sabret işte şok olacaksın” gibi cevaplar verince Rayiha da tebessümle karşılık veriyor plazanın sokağına girdiklerini farketmiyordu bile. Buğlem neredeyse zıplayacak kadar heyecanla yürüyor Rayiha Buğleme kıyasen yavaşlamış neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 

Birkaç adım attıklarında sanki fırtınalar kopuyor, gök delinmiş gibi yağmur yağıyordu. Hava birden kararmış, sırılsıklam olan insanlar kaçışıyorlar, bağrışıyorlardı. Ve Enes.. Plazanın kapısından çıktığı gibi Buğlem birkaç adım ilerisinde olduğu Rayiha’ya dönüp yüzünde Rayiha’yı yakan bir gülümsemeyle Enesi işaret ediyordu. “İşte o!” Buğlemin dudaklarından düşen kelimeler Rayihanın yanaklarından düşüyordu bu defa.

 

Yağmurlar yağıyordu gözyaşlarına inat. Üstelik hiçbir sığınağı yoktu bu sağanağın. Adım atamadı. Titriyordu. Yağmur gözyaşlarına perde olmuştu. Şimdi ne oluyordu? Ne olacaktı? Buğlem bu cümleyi nasıl kurabiliyordu. Neyden aldığı cesaretti bu? Enes neden bu şaşkınlıkla bakıyordu?! Ki Rayiha Buğlemi ezer gibi sevmeye devam edebilir miydi Enesi? Bilmiyordu. Dizlerinin üstüne düştü. Öylece kaldı..

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.