Edebiyat

Ses ve Sessizlik Üzerine

Ses, müzik, şarkılar insanlık tarihi boyunca hep bizimle olagelmiş. Bir ormanın içinde, çadırdan çıktığımızda duyduğumuz kuş seslerine hayranlık duyuyoruz. Tek başımıza ya da bir konserde yüzlerce kişiyle birlikte müzik dinlerken, kendimizden geçip hayallere dalabiliyoruz. Yazı yazarken, ders çalışırken arkada sakin bir müzik çalması hoşumuza gidiyor. Filmlerde çalan epik müzikler ile sahnenin heyecanını daha derinden deneyimleyebiliyoruz. Sırf sesi güzel, iyi şarkı söylüyor diye birilerine âşık bile olabiliyoruz. Evrimsel süreç içerisinde çok işimize yaramış olmalı ki, binlerce yıldır bu süreç etkisini arttırarak devam etmiş. Hatta yalnızca biz değil, erkek kuşlar bile dişilerini etkilemek için inanılmaz müzikler yapabiliyorlar. Ses bizim ve doğanın ayrılmaz parçası gibi duruyor. Ama bu yazıyı yazmama, bu düşüncelerin oluşmasına esas temel oluşturan şey, günümüzde duyduğumuz sesler ve müzikler. Etrafımız bitmek tükenmek bilmeyen farklı sesler topluluğu ile sarılmış durumda. Gittiğimiz her mekânda farklı müzikleri duyuyoruz, sokakta kulaklığımız ile müzik dinlemeden yürümüyoruz, kulaklığımız olmadan evden çıkmayı dahi düşünmüyoruz. Sosyal medyada paylaştığımız her fotoğrafın, her videonun arkasına alakalı olsun yâda olmasın müzik ya da şarkı eklemeden paylaşmıyoruz. Her yerde bir ses, bir gürültü arayışı içindeyiz, sanki bir şeylerden kaçmak, bir şeyler duymak istemiyormuş gibi. Peki, kaçtığımız, duymak istemediğimiz şey ne tam olarak. Birbirimizi mi duymak istemiyoruz? Kendimizi mi dinlemek istemiyoruz? Biraz öyle gibi görünüyor bana. ‘Hayat çok hızlı akıp geçiyor’ lafını hemen hemen hepimiz duymuşuzdur. Ama bu zamanda bir farklılık var gibi. Daha önce herkes yalnızca kendi hayatının ve erişiminin olduğu dar bir kitlenin hayatının ne kadar hızlı geçip gittiğini düşünür ve bilirdi. Ama bugün dünyanın öbür ucundaki bir hayattan, o hayatı yaşayan insanın duygularından, düşüncelerinden, deneyimlerden haberdar olurken, hayatın herkes için ne kadar hızlı geçtiğini hep birlikte deneyimliyoruz. Sosyal medya uygulamalarında ardı ardına, birbirinden tamamen alakasız, dünyanın çok farklı yerlerinden, çok farklı hayatlardan o kadar çok veri ile karşılaşıyoruz ki, biri üzerine düşünmek, belki kendi hayatında uygulamak, belki de reddetmek için bile zaman ayırmıyoruz, ayıramıyoruz. Çünkü biliyoruz ki bir parmak hareketi uzağımızda kaçırmış olabileceğimiz başka bir şey var ve biz hiçbir şey kaçırmak istemiyoruz. Bir şeyleri kaçırıyor olma ihtimali düşüncesi bizi sürekli yiyip bitiriyor. Peki, bu bize nelere mal oluyor acaba. Gerçekten bir şeyleri kaçırıyoruz ama kaçırdığımız şey yakalamaya çalıştığımız şey mi gerçekten. Yoksa daha değerli bazı başka şeyleri, üzerine düşündüğümüzde kaçırmak istemeyeceğimiz şeyleri mi kaçırıyoruz. Kendimizi dinleme ve tanıma şansını kaçırıyor olabilir miyiz? Değer verdiklerimiz daha yakından tanıma şansını kaçırıyor olabilir miyiz? Hayatımızı her yönden sarmış olan seslerin, gürültünün, yankı odalarının içerisinde, farklı fikirler duyma şansını kaçırıyoruz. Tahammül edebilmenin getirebileceklerini, fikir değiştirmenin aslında ne kadar cesurca bir hareket olabileceğinin anlamını kaçırıyoruz. Peki, ne yapmalı. Bence sessizliğe bir şans vermek yararlı olabilir. Tüm seslerden arınmış bir şekilde yalnızca kendiniz üzerine düşünerek. Tüm sessizlik ile hayat üzerine düşünerek. Tüm sessizlik ile güzel bir kitap okuyarak belki, sessizliğin gücünü anlayarak. Sessizlik öyle bir şeydir ki çünkü bazen sesin taşıyabileceğinden çok daha büyük anlamlar barındırabilir. Sevdiğini kaybetmiş birinin yanında konuşmaktansa, sessizce ona sarılmak bana daha iyi bir fikir gibi geliyor. Mutluluğu paylaşmak için, samimi bir gülümseme ve sessizlik içinde sıcak bir sarılma daha doğru geliyor bana. Bu kadar gürültünün, bu kadar sesin olduğu bir hayatta, bazı şeyleri daha iyi anlamak adına sessizliğe bir şans vermek gerekiyordur belki.

 

 

Tembellik Üzerine

Geçenlerde okuduğum bir makalenin sonuçları, beni insanlığın tembelliği üzerine düşünmeye itti. Dünya’nın çeşitli bölgelerinde, hayatları hala daha ilkel yöntemler ile sürdürülen kabileler ile yapılan çalışmanın amacı, bu insanların gün içerisinde vakitlerini ne yaparak harcadığı yönündeydi. Evrimsel kökenlerimize en yakın koşullarda ve imkânlarla hayatını sürdüren bu insanların üzerinde yapılan çalışmalar, kendi üzerimizde düşünceler geliştirmemize yardımcı olabilir diye düşünüyorum. Çalışmanın en ilginç sonucu, bu insanların günlerinin yaklaşık ¼’ünü hiçbir şey, kelimenin tam anlamı ile hiçbir şey yapmadan geçiriyor olmaları. Evrimsel biyolojinin bize canlılığa dair söylediği en temel şeylerden biri, canlıların davranışları iki temel güdüye dayanır; hayatta kalma ve üreme, yani genlerini bir sonraki nesle aktararak türün devamlılığını sağlama. İlkel kabilelerde yaşayan insanların, avlanma ve toplanma faaliyetini gerçekleştirdikten ve yeterince yiyecek depoladıktan sonra, üreme davranışını gerçekleştirmesi ile birlikte, yaşadığı kültürde ona enerjisini daha fazla harcaması konusunda harekete geçirici başka bir şey kalmıyor. Bu şekilde düşündüğümüzde, bizim bugün tembellik dediğimiz durumun o insanlar için günün çeyreğini kapsayan normal bir davranış olduğunu görmek hiç de şaşırtıcı değil aslında. Bu durum beni günümüzde biyolojik ihtiyaçları ortadan kalkmış olmasına rağmen, inançlar, ideolojiler, düşünceler, felsefeler vasıtası ile hala daha bir şeyler yapmak için enerji harcayan insan üzerine düşünmeye itiyor. İlkel yöntemler ile hayatını sürdüren kabileler ve türümüzün medeniyet dediğimiz şey öncesine ait üyeleri tarafından gayet normal olarak algılanan tembellik, günümüzde neden insanları incitici bir söylem olarak kullanılagelmiş. Bu soru hakkında sanırım bir düşüncem var, o da dilin esnekliği. Anlamları esnetebilme ve hatta yeni anmalar yaratabilme özelliği. Şu yukarıda bahsettiğim iki temel biyolojik güdü vardı hani, hayatta kalma ve üreme. Her bir inanç, her bir ideoloji, her bir felsefe, her bir düşünce bence hala bu iki ilkeyle bağdaşık şekilde hareket ediyor, yalnızca bu bağın dil tarafından biraz genişletilmiş hali ile. Öncelikle şöyle bir temel oluşturmak istiyorum. İnsan, üstün bir örüntü tanıma istemine sahip bir canlı, bu onun için hayatta kalmasının en önemli mekanizmalarından biri. Yerdeki pati izleri, uzun otlar, serinlemiş bir akşamüzeri havası bilgilerini birleştiren bir insan, yakınlarda bir yırtıcının tehlike oluşturabileceğini anlayıp, uzaklaşma davranışında bulunabilir. Mısırlılar, bir nehir ve güneşin hareketleri arasındaki bağlantıdan yola çıkarak, büyük sistemler inşa edebilirler. Bir ışık, bir delik ve karanlık oda arasındaki ilişkiye bakarak, bugünün kamera istemlerine değin uzanan bir ilişkiyi ortaya çıkarabilir. Bu örüntü tanıma sitemi biz insanlarda o kadar üst düzeyde çalışır ki, bazen nedensel olarak aralarında hiçbir bağ olamayacak kadar uzak iki durum hakkında dahi bir örüntü oluşturabilir. Savaşlarda kan dökülmesi, kanın kırmızı olması, gökyüzünde çıplak gözle görülebilen Mars’ın kırmızı olması, Mars’ın savaş tanrıları ve kan ile özdeşleştirilmesi, çok parlak olduğu dönemlerde kan döküleceği gibi. Bu üstün örüntü tanıma kabiliyetimiz, farklı inançlar geliştirmemizin de temelini oluşturuyor olabilir. Her birimiz aynı manzaraya bakarak farklı örüntüler çıkarıyor ve bunun peşinden gidiyoruz gibi duruyor. Bazen bu düşüncelerin arkasından giderek yukarıda bahsettiğim biyolojinin bize söylediği hayatta kal ve üre davranışının tam aksi yönde davranışlarda sergileyebiliyoruz. Din görevlilerine bekâreti emreden Katolik düşünce, ölümü kutsayan şehadet düşüncesi, insanın hayatın anlamsızlığı üzerinden intihar davranışına kadar sürükleyebilen nihilizm düşüncesi. Bunlar ilk bakışta biyolojik güdülerden farklı gibi görünebilirler ancak daha dikkatli bakıldığında bence aynı güdülere sahipler. Tek bir fark ile dil vasıtası ile bu biyolojik güdülerin anlamalarının genişletilmiş halini kullanıyorlar artık. Hayatı boyunca bir fikrin savunuculuğunu yapmış birisi için o fikrin hayatta kalmasını sağladı diyemez miyiz? Yeni bir fikir ortaya koymuş, bir kitap, bir makale, bir sanat eseri, bir film, herhangi bir şey ortaya çıkarmış bir insan için üremiş terimini kullanabilir miyiz acaba? Üremek dediğimiz şey genlerini bir sonraki nesle aktarmak olarak açıklanabilirse, bir yazarın aklındakileri bir kâğıda dökmesi, üremek için spermlerini saçan birine benzetilebilir. Onun zihnindekiler artık o olmasa bile yaşamaya devam edecektir. Anne babamız hayatta olmadığında bile genlerini bizim hala taşıyor olacağımız gibi. O fikri benimseyen insanlar sayesinde de hayatta kalmaya çalışacaktır. Her fikir varlığı korumak ve yayılmaya çalışmak gibi aynı biyolojide var olan hayatta kal ve üre gibi güdüler ile var olma çabası içerisinde gibi görünüyor. Hepsi de zihin ve dilin örüntü tanıma, anlam genişletme ve anlam yaratma gücü sayesinde oluyor. İşte bu bizi bugün tembellik dediğimiz şeyi incitici manada kullandıran ve tembellik yapmamamızı söyleyen şeyin temeli gibi duruyor. Oysaki şuna inanıyorum ki tembellik normaldir, anormal olan insanın farklı anlamlar ve amaçlar uğrunda istikrarlı bir şekilde eylemde bulunmasıdır.

 

 

 

Alperen DOĞAN

2022

Eşitsizlik ve Eşitlik

İnsan, ‘‘iki kulak + iki göz +bir dil +bir kalp + bir akıl=insan’’ gibi basit bir formül olarak gözükmektedir. Tek bir formülü olan insanın içinde ki elemanların öncelik sırasına göre yer değiştirmesiyle çeşitli insan modelleri ile karşılaşmaktayız. Örneğin göz elemanını önceliğe alan insanın hayatında daha çok çevreyi gezerek, dokunarak keşfetmek daha önemlidir. Dil elemanını önceliğe alan daha çok kendisiyle, çevreyle, hayvanlarla konuşmaya önem verir. Kulak elemanını önceliği olan daha çok susmayı ve kendi dünyasını ve başkalarının dünyasını dinlemeye önem verir. Örnekleri peş peşe sıralayabiliriz ama benim asıl bahsetmek istediğim iki insan formülüdür. İlk bahsedeceğim formül, yazılımı başta ki formülden farkı yoktur sadece artı sembolünün yerini eşitsizlik almıştır. Bu formda ki insan tipi kendi ile yaşam arasında ki dengeyi kuramaz. Zaman kavramı onda doğru işlemez. Hayatında hep bir geç kalınmış duygusu içerisinde benliğini büyütmeye ve kendini ‘yapabileceğim bir şey yok’ söz ile avutur. Kendi dimağlarında ki fikirlerin tek doğru olduğuna ve bunu diğer insanlara kabul ettirmeye çalışır. Geleceğe ses olmak gibi niyeti yoktur. Bugünün maddiyatının onu ne kadar mutlu ettiği ile ilgilenir. Her çeşit toprak karışımından yaratılmış bedenini çorak, verimsiz toprak haline getirir. Diğer bahsedeceğim insan modelinde ki formül ise ilk bahsettiğim formülde ki eşitsizlik yerine eşitlik koyulmasıdır. Bu elemanlar arasında ki eşitliğin olduğu insan modelinde, insan insanın kurdudur tezini çürütmektedir. İnsanın insana şifa olduğuna inanır. Bir koltukta iki, üç hatta dört karpuz taşınacağını savunur. Onun gözünde dünya piyasasında gezi turuna çıkan grafikli tabloların bir önemi yoktur. O daha çok gezmektense misafir kabul eden ne olursa olsun kapısı hep açık olan kalp evini önemser. Hayatında geçen her bir saniyenin şükrünü insanlara tebessüm ederek eda eder. Onca yaşanmış olumsuzluklara rağmen ‘Ben ve O’ arasında ki çizgi de durarak kendine has duruşunu sergiler. Yorulmak lafzı onun mizacında yoktur. Evet, iki önemli model tipinden bahsettik. Eşitsizlik formülü, günümüz sanal dünyada eşitlik formülü olandan daha fazladır. Eşitlik formülü ise kendi dünyamızda kapıların ardından sesini duyurmaya çalışıyor. Bu gidiş nereye diyor…

Yazıyı Yaratmak

Görünenin ötesinde bir dünya hayal ediyorum. Yaşadığım çevrenin, ülkenin, coğrafyanın insana yüklediği kasveti ancak bu hayal yıkabiliyor. Bu dünya kendi iç dünyam aslında. Doğrusu, yanlışı, hatası asla bitmeyen ama sürekli değişen ve sürdürülen. Yaşadığım yerde kendime kurduğum dünyanın, yaşadığım yerden daha önemli olduğunu anladım zamanla. Çoğu zaman bunu kendime fısıldayarak huzurun kollarına ruhumu bırakıyorum. Zaman hızla akan bir nehir. Kayıkları akışın tersine zorlamaya ne gerek var. Zaten akış bir yönde. Mühim olan akışı kendimizce yönlendirmekte. Belki de bu yüzden yazıyorum belki de Füsun Akatlı’nın da dediği gibi “Ezici çoğunluğun eski dildeki karşılığı ‘kâhir ekseriyet’ idi. Yani ‘kahredici’ çoğunluk! Kahrolduğum için yazıyorum.” Yazıyorum burada; sadece yazıyorum. “İnsan, geleceğini düzenleyen zamandan daha acelecidir.” diyor Gecikmeye Övgü kitabında. Yetişmem gereken tek nokta kendimim aslında. Geç kalmış kadar hızla yazıyorum. Sonuç olarak geldim, yazıyorum ve gidiyorum buralardan zihnen.

Ayda Bir Kitap Okuyoruz – Okuma Grubu #1

Değerli Arkadaşlar,

Yeni bir heyecan içerisindeyiz. Sizin gibi kıymetli Okurlarla bir yola çıkıyoruz. 💫

‘‘Ayda Bir Kitap Okuyoruz’’ mottosuyla çıktığımız bu yolda her ay birkaç kitabı moderatörlerimiz aracılığıyla belirleyip topluluğun seçimiyle bir kitaba karar veriyoruz.

* Her ayın 1’i ve 5’i arası kitap seçimi, anket ve açıklanan kitabın duyurulması.

* Her ayın 5’i ve 25’i arası kitap okuma.

* Her ayın 25’i ve 30’u arası Instagram canlı yayında moderatör eşliğinde kitabın değerlendirilmesi. Canlı yayınlara talep eden kişiler katılacak. O ayın kitabı hakkında fikrimizi paylaşacağız.

Moderatörlerimiz: @mandarinidd , @1turkologguncesi (Instagram Adresleri)

Resmi Instagram Hesabımız: @aydabirkitapokuyoruz

Not: Şimdilik kitap okuma tarih aralığı hariç diğer çalışmalar için belirtilen tarih aralıklarında bir günü esas alacağız. Ayrıca, moderatör sayımız da zaman ilerledikçe artacak. Son olarak, etkinliklerimizin çeşitliliğinde de elbet bir artış olacaktır. 🙂

Misyonumuz: Kitap okumayı sevdirme ve keyifli hale getirme. İnsan olmanın değerini artırma. Farkındalık kazandırma.

Vizyonumuz: Ülkemizdeki kitap okuma oranının artmasını sağlama ve kitap okumayı tüm ülkeye yayabilme. Ayrıca ülkemizin, dünyanın en çok okuyan ilk 5 ülkesi arasında yerini alması için çaba harcama.

Hiçbir şey kazanmasanız da farkındalık kazanın.. Keyifle okuyun, mutlulukla paylaşın ve huzurla kendinizi geliştirin.. 😌

Saygılarımla,
Yazarperest

Rûhum`un sesi ~

Her şey o kadar hızlı gelişiyor ve de değişiyor ki.. zaman zaman, zaman içinde zaman yaşıyorum sanki. Bi süratle geçip giden zamanda yaşayan ben, bi de bu sürat ve karmaşa-karmaşıklık içerisinde geçmişte ve içinde bulunduğu ânın arasında sıkışıp kalmış, zamanın o tiz ve belli-belirsiz çığlıkları içerisinde donmuş ama bi o kadar da her yerde olan o rûhuyla öylece o ân ve de mekânda sıkışıp kalmış gibiyim. Her şey çok hızlı..her şey çok ama çok hızlı. Ben daha anlam bile veremeden diğer zaman süratle peşisıra akıyor ve geçip gidiyor önümden. Bazen gördüğüm o güzel manzaraları kaçırmak korkusuyla duraklamaya çalışıyorum. Ama duraklamamam ve hep ilerlemem gerektiğini anlıyorum. Hepsinin kendi zamanları içerisinde beni bekliyor olduğunu unutuyorum. Bunu bazen acı bazen de şefkatli bir şekilde hatırlatıyor bana zaman. Bu gürültülü ve hızlı dünyada sessiz ve sâkin bahçemde rûhumun geçtiği yolları ve evreleri seyre dalmak ve o ân-ları huzurla ve tebessümle temâşa etmek, çiçeklerimi sabırla ekmek ve bir an önce o güzel renk cümbüşünü görmek  istiyorum. Bazen biraz yoruyor. Ekmek ve beklemek biraz zor..ama dinlenince yorulmuş olmanın ne kadar da güzel -bir şey- olduğunu daha iyi anlayacağıma inanıyorum… Sonunun güzel olacağını bilmek beklemeyi de güzelleştiriyor.

14.12.21

okuma hedefim, elviş abla, meet yasin altun, şiirli veda.. #2

Değerli Okurlar,

Havanın güzel olmasının bizim anlık hislerimizle bir ilişkisi olabilir mi?

Gündemi takip ederken bu hafta için ne yazmalıyım diye düşünüyordum. Sizinle 2022 için aldığım kararlardan sadece birini paylaşayım.

Bu yıl 100 kitap okumaya niyetlendim. Şimdiden üç kitap bitti bile; ancak niceliklere takılmadan yaşamayı savunanlardanım.. Kitap yorumlarını Fullsepp profilimde paylaşıyorum. Eğer okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

Bir insan yüzlerce kitap okusa da o insanda vicdan yoksa neye yarar.. Bence pek bir işe yaramaz.. Peki gelelim kendimize..

Açıkçası kendi adıma değişimi merak ediyorum.. 1 senede 100 kitap okumak bana neler katacak veya benden neler alacak.. Bu gerçekten benim için merak konusu oldu.. Nasip bakalım..

 

*Elviş Abla 

İngilizce konuşmak istiyorum ancak utanıyorum.. Ya yanlış bir kelime söylersem.. Ya bana gülerlerse..

İnternette tanıştığım iki ilgi çekici İngilizce YouTube Sayfası paylaşacağım.. Bunlardan birisi hiçbir şey bilmemesine rağmen aşırı özgüvenli bir şekilde İngilizce konuşmaya çalışıyor.. Yıllar sonra İngilizcesinin su gibi akıcı olacağına şüphem yok. İşte karşınızda Elviş Abla 🙂

 

*Meet Yasin Altun

Eğer İngilizce konuşmanızı geliştirmek istiyorsanız bu sayfa tam size göre.. Neden mi? Çünkü Yasin Bey videolarının altına İngilizce ve Türkçe alt yazı eklemesi yaparak müthiş bir işe el atıyor. Kesinlikle kocaman bir alkışı hak ediyor. Kendisine çok teşekkür ederim. Umarım sizlere de faydalı olur.

 

*Şiirli Veda 

Son olarak sizlere eski yazdığım bir şiirle veda etmek isterim:

Onu her gördüğümde

Bana Fransızca gülerdi

Sözlerim Türkçe dökülürdü

Aslında dünyada dil diye bir şey yoktu

İnsanlık vardı.. Sevgi vardı..

 

Saygılarımla,

Yazarperest

 

Not: Kapak fotoğrafının sahibine buradan ulaşabilirsiniz.

Bir Bilmece

Boğazında düğüm bazen,

Bazen elinin titremesi.

Heyecanlanmak mesela

Ya da hüzün bazı zamanlarda.

Bazen sonsuz düşler,

Bazen bir tebessüm,

Gözyaşın arada

Sessiz hıçkırıkların,

Suskunluğun bazen

Sebepsiz kahkahaların

Bazen sözcüklerin

Anlatamadıkların ya da…

Bazen çok üzer

Bazen göklere çıkarır

Hatta kimi zaman yaşadığını hatırlatır

Nefes aldırır yeniden

Farklısındır sen senden.

Unutmak öncesini bazen,

Bilmemek,

Sonra yeniden öğrenmek

Bambaşka o gözleri

Gülüşü, teni…

İlk defa duyduğun o kokuyu

Ta içine çekmek

Hissetmek kalbini,

Ruhunu hissetmek

Renkleri öğrenmek

Unutmak insanları

Hayatı hatırlamak sonra

.

.

.

Tüketir bazen ya

Duramazsın ayakta

Dalar gidersin kırıklığında.

Fakat yine de,

Bambaşkadır

Bilmeyeni meraklandırır

Bilen biraz ürkekçe yaklaşır

Bilmece gibi çoğu zaman yani,

Onsuz olmaz ama

Olmasa da yaşanır…

başlangıç, öğrenme arzusu, fullsepp, hikaye yazmak.. #1

Değerli Okurlar,

Merhaba, öncelikle sizlere sağlıklı günler dilerim. 2022 yılının henüz başlarındayken aklımda dönüp dolaşan her hafta köşe yazısı yazma ve bunu yayımlama cesareti gösterme fikri beni en sonunda tesiri altına aldı. Sanırım bu güzel bir tesir altına girme..

Gerçekten oturup düzenli bir çalışmayı uzun vadede yapmak benim için çok zor görünse de bir şeyi çok iyi biliyorum: O da eyleme geçmeden, bir sonucun iyi veya kötü olacağını bilemeyeceğimdir.

Öyleyse bu yazıyla bir eylem başlatmış oldum, diyebilirim.. Umarım sizler ve benim için hayırlı olur.

 

*Öğrenme Arzusu

Tam da yeni bir yıl, yeni umutlar derken 2021’in son demlerinde karşıma bir yazı çıktı. Kısa ve netti.

‘‘İnternetin her yerinde ücretsiz eğitim bol miktarda bulunur. Az bulunan şey öğrenme arzusudur.’’ Naval 

İçimizde anlık bir öğrenme arzusu parıldadığında heyecana kapılırız, ve gerçekten bunun için ne kadar zamanımızı ayırdığımız, -öğrenmeye dair- verilen değeri ortaya çıkarır.

Umarım o öğrenme arzusu bir an olsun içimizde eksilmez ve her daim artar..

Öğrenmekle ilgili konu açılmışken edindiğim ilginç-faydalı bir bilgiyi de sizinle paylaşmak istiyorum.

*Yapılan bir araştırmada, videoların hızlarında yapılan artırım ile birim-zaman olarak daha iyi bir öğrenim elde edebilirsiniz. Açıkçası bir eğitim videosunu 2x hızda iki kere seyretmeniz, 1x hızda bir defa izlemenizden daha öğretici olabilir. Araştırmanın kaynağını bu linkten ulaşabilirsiniz.

 

*Fullsepp

İnternette herkesin bir içerik üreticisi olduğunu düşünürsek.. Bu çalışmalarınızdan belirli bir kazancınız olması için sizi Fullsepp’e yönlendirmek isterim. Peki nedir bu Fullsepp?

”Fullsepp blog, sosyal medya ve pazar yeri birleşimidir. Kullanıcılar hem satış hem de reklam geliri kazanabilir, birbirleriyle takas yapabilir ve geliri tüm ekip üyeleriyle bölüşebilirler.”

Fullsepp için özellikle şunu belirtmek isterim ki yeni bir oluşum olduğu için fırsatları olan bir girişim.. Geç kalmadan buradan üye olup ekiple iletişime geçebilir ve elbette içerik paylaşabilirsiniz.

 

*Hikaye Yazmak

Nasıl hikaye yazabilirim? diye bir soru aklınızda dolaşıyorsa buyurun.. Aslında hikaye yazmak o kadar da zor bir şey değil. Bir sistem geliştirmeniz gerekiyor. Size bunu çok basit bir şekilde ifade edeceğim. Eğer söylediklerimi yaparsanız siz de iyi bir hikaye yazarı olabilirsiniz. En azından hikaye yazabilirsiniz.

1- Kelime kutusu oluşturun, kutunun içerisine 36 kelime koyun. Örnek: bardak, silgi, vicdan, anbean, künye, kahve, parfüm, kertenkele.. Bu kelimeleri tek tek ufak kağıtlara yazıp güzelce buruşturun ve kutunun içine atın..

2- Kutuyu karıştırıp 3 tane kağıt seçiniz.. Çıkan kelimeler: silgi, parfüm, künye. Şimdi bu kelimelerden bir hikaye yazmamız gerekiyor.

3 Örnek Hikaye: Günlerdir uyuyamıyorum. Bir odanın içerisinde kaldım. Oda sıcaklığından mı bilemiyorum odaklanmakta zorlanıyordum. Hemen bir şeyler yazmam gerekiyordu, ancak yazmaktan korkuyordum. Peki kendimi ya doğru ifade edemezsem; çünkü yalnızca bir kalem ve kağıt vardı, silgi yoktu. Sonra neden günlerdir bir odada kaldığımı düşünmeye başladım. Çok kötü kokan bir odaydı, duvardaki resimde bir çocuk ve elinde parfüm ile bana gülümsüyordu. Bu çocuk kimdi? Sonra birden ekran karardı filmin künyesi akmaya başladı. Evet, ben bir filme hapsolmuş, dijital yaşayan bir sanal varlıktım. Peki nasıl oluyor da duygularımı ifade edebilmiştim..

4- Yukarıdaki örnek hikayedeki gibi her hafta bir tane hikaye yazmalısınız bu da 12 haftalık bir süre yapar.  Bu süre sonunda ne kadar geliştiğinize bakıp çalışmalarınızı farklılaştırmak sizin elinizdedir. Hikayelerinizin kısalığı ve uzunluğu sizin hayal gücünüze bağlı, sakın kısa veya uzun yazmalara takılmayın. Sadece yazın.

 

Son  olarak, okuduğunuz için teşekkür ederim. Eğer destek olmak isterseniz, bu yazımı sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz.

Saygılarımla,

Yazarperest 

Kavalcı ve Küçük Kız

Tekinsizlik. Küçük kız pencereden dışarıya gölgelerin sarmaladığı karanlık yola, her biri birer yaratığı andıran çıplak ağaç suretlerine baktı. Hissettiği en büyük korkularından biri olan tekinsizlikti. Kafasını çevirse ensesinde saldırmayı bekleyen bir kabus gibi pusuya yatmış karanlık odası ile karşı karşıya gelecekti. Bunu istemiyordu. Odası sıcak bir yuvayı andırmaktan çok uzaktı. Köşeye yerleştirilmiş büyük sandık hariç boştu, kalbini ısıtacak özel bir eşya bulundurmamak için gayret gösteriyordu adeta. Yatağı büyük perdesiz pencerenin yanında duruyordu. Pencereden içeriye ay ışığı sızıyor, küçük kızın yüzüne dokunuyordu. Yatsın diye kendine ayrılan bu oda onun enerjisini çekiyor, an ve an boğuyordu.

Bir hafta olmuştu bu eve geleli. O kötü günün üzerinden tam bir hafta geçmişti.
Diğer üç kardeşinin de kendisini gibi yolu izlediklerini ve kendisi gibi tekinsizliği hissettiklerini biliyordu. Farklı evlerde olmalarına rağmen aynı dehşet anda tıkılıp kalan dört kız da boncuk boncuk gözlerini karanlığa dikmişti. Nereden geldiği belirsiz kaval sesini dinliyorlardı.

Geceler boyunca sürdü bu.
Yetimhanede yer kalmadığı için geçici olarak ki anlaşılan uzun süren bir geçicilikti bu, kızlar gönüllü olan evlere emanet edilmiş, yuvaları kanla boyandığı andan itibaren böyle bir kadere mahkum olmuşlardı.
Gece her çöktüğünde yataklarına değil soğuk bir mezara giriyor, güneş doğduğunda güne değil aynı kabusu tekrar ve tekrar yaşamaya başlıyorlardı.

“Yüzün de hiç gülmüyor.” Evin hanımı içeride yaşayan tehlikeli bir varlıkmış gibi kapıda dikilmişti. Elindeki şamdan, odanın karanlığını titretti. Gölgeler yavaşça kıpırdandı. Kadın adım atmaya, yatağın üzerine tünemiş dışarıdan gelen ışıkla garip gurup bir torbaya benzeyen küçük kıza yaklaşmaya korkuyor ve hatta tiksiniyordu. “Biz mi sana bakmak için gönüllü olduk yoksa sen mi bize katlanmak için gönüllü oldun çözemiyorum!”

Küçük kız yine cevap vermedi. Bir an annesi olmaya sözde gönüllü olan kadından mumu sandığın üzerine bırakmasını isteyecekti. Biraz ışık için tutuşuyordu minik yüreği; ama ağzını açacak takati bulamadi kendinde. Sessizlik çöreklendi odaya. Kadın homurdanarak kapıyı kapattı. Ardından ayak sesleri koridorda uzaklaştı.

Mum gitmişti.

Küçük kız o gece uyuduğunda rüyasında sandığı gördü. O sandık hep oradaydı. Bu odaya yerleşmeden kim bilir kaç sene orada durmuştu ve öylece durmaya da devam edecekti. Evin sahibi edasıyla köşesine çöreklenmiş, kızın hareketlerini takip ediyordu. Kız hep böyle hissetmişti. Uyumadan önce de gözünü üzerinden ayırmamıştı, içinden çıkaverecek bir kötülüğe karşı hep temkinli olmaya çalışmıştı.

Kaval sesi duydu kız. Sandık aralandı ve yuttuğu gölgeler bir gizi barındırdı içinde. Uyuduğunu, rüya gördüğünü seziyordu ama gidip bakmaya cesaret edemedi.

Geceler boyunca aralandı sandık. Her gece sandığın içinden bir şey çıkmasını bekledi küçük kız, her gece korkuya teslim oldu ama sandıktan bir şey çıktığı yoktu.

Evin hanımı gelir bazen içinden birkaç parça bir şey alır giderdi. Ve o kadar.
Kaval sesi gece çöktüğünde uykusunda uğrardı küçük kızın.

Kız penceden dışarı bakar, gökyüzünü ama en çok da yolu izlerdi.
Yalnız hissediyordu. Anları, katledilen ailesini düşünmekle geçiyordu.
“Bu kadar yas yeter ufaklık.” dedi bir gün yine kapının pervazına dayanan kadın. Bu kadın için de hayat zordu. Küçük kız odasından çıkmamasına rağmen evin uşağı gelir, konuşacak birini bulduğunu sanarak anlatır da anlatırdı. Hanımın eşi tüccardır, diye başlamıştı söze bir defasında. “Gezer durur. Ayda bir kere eve uğrasa hanım kendini şanslı hisseder. Koca ev ama içi bomboş işte. Çocuğu olsun çok istiyordu ne yazık, her seferinde düşük yaptı. Ah zavallı hanımım. En sonunda eve taze bir kan girsin, neşe girsin diye kız evlat edinmek istedi. Şimdi yine mutsuz. Biraz olsa gözünü camdan ayır da yüzüne iki gülüver be yavrum. Sana da çok yazık, hanımıma da.”
Küçük kız sözleri umursamamıştı ama duyduklarını aklına kazımayı da ihmal etmedi.

Evin hanımı yatağa doğru yaklaştı. Gözlerinde temkinli bir hal vardı.
“Bu kadar yas yeter.” diye tekrar etti. “Odadan çık, birazdan misafirlerim gelecek. Bize eşlik etmeni istiyorum.”
“Hayır.”
“Kendine gel artık. Bu kadar kasvet fazla.”
Küçük kız boş gözlerle baktı. “Hayır.”
“Neredeyse üç koca ay oldu.”
“Kardeşlerimi görmek istiyorum.”
Kadın düşündü. “Ancak bu ailemizin bir parçası gibi davranmaya başlarsan mümkün olur.”
“Annem mi olmak istiyorsun?” diye sordu minik kız. Kadın şaşırmış olmasının yanında kalbinde uzun zaman önce açılmış o yaranın dağlandığını hissetti. Anne olmak. Küçük dudaklardan çıkan anne sesi. Özlem dalga dalga yayıldı bedenine. Hiç sahip olmadığı bir hissi özlüyordu.
“Evet.” dedi zar zor. Başına geleceklerden habersiz, küçük kızın geçmişinden habersiz “Evet.” dedi. Tüm masum duygularıyla kol kanat germek için “Evet.” dedi.

O gün güzel bir gündü. Misafirler neşeyle ağırlandı. Anne kız gibi, her şey normalmiş gibi. Mutlu oldu onları gören herkes. O gün neşeli bir gündü.

Ve o gece.

Dört kız kardeş dans ederek yola çıktı. Hoplayıp zıplıyor, tüm enerjilerini harcıyorlardı. Yolun bir kenarında sessiz bahçeden uzanan asırlık ağaçlar rüzgarla sallanıyor, kurumuş yapraklar ve çıplak dallar ritim tutarak dört yalnız kız kardeşin ahenkli salınışa eşlik ediyordu. Ay gökyüzünde parladı. Uzaktan bir yerden kaval sesi geceyi aydınlatıyor, kasvet sonbaharı kucaklıyordu.

Aynı saatte sandıktan dışarı uzanan  evin hanımının cansız kolu halıyı yavaş yavaş kırmızıya boyuyordu. Anne olmuştu artık, tıpkı küçük kızın önceki annesi gibi. Bir aile olmuşlardı artık. Tıpkı dehşet anda olduğu gibi.

Kavalın büyüleyici sesi dört kız kardeşi bir kere daha cezbetti.

Her gece sokaklarında gezen, odalarının duvarlarında kıpırdanan ve zihinlerine ilmek ilmek dolanan melodi sırra kadem basacaktı aynı dört yetim kız gibi.

Bir ay sonra evin beyi geri döndü. Eşini bir sandıkta çürümüş, kokmuş ve üzerinden bol bir kıyafet gibi sarkan derisiyle bulmayı hiç mi hiç beklemiyordu. Uşak ise aklını kaçırmıştı.

Bu kasabanın hikayesi de böyledir.
Bu kasabada hiç kaval çalınmaz.
Kız çocukları pencereli odalardan alınıp mahzenlere ya da dışarıya bakmayan koridorlarda, ara odalarda uyutulur her gece.

Vakitsiz bir saatte sokakta bulunacak kadar ahmak bir kişi eğri omurgalı, çarpık duruşlu, sıska adamı görebilir.

O kavalcıdır.

Başı hep sağa ya da sola eğiktir çünkü kara bir çukuru andıran uğursuz gözleri evlerin üst katlarındaki pencerelerde dolanır. Serenat yapacağı birini arar çaresizce. Kavalını ancak bu şekilde tekrar üfleyebilecektir.

Siz siz olun gece uyumadan önce perdenizi çekmeyi sakın unutmayın ve ne olursa olsun karanlığa bakmayın.

Özellikle de karanlık sizin içinize bakmayı beklerken.

Tenha Toprak

Akşam çöküyor vadiye.
Burası karanlık, tenha
Canlar dökülüyor toprağa,
Çanlar eşliğinde.
Dehlizler boyu ilerliyor gece.
Elini eteğini çekiyor Tanrı.
Fenerler sönüyor.
Gemiler teslim oluyor karanlığa.
Hayat yavaş yavaş
İhtişamlı bir uykuya dalıyor.
Ilık bir sonbahar.
Kanlı bir dolunay.
Lime lime olmuş
Mendebur yüzleri ile tepeden
Nahoşça sırıtıyor yağmur bulutları
Oval taşlara, mezarlara.
Ölüm,
Pişmanlık ve
Rutubet eşliğinde
Saklanıyor
Şanı sönmüş,
Tarlalarda.

Vakti unutan,
Yiyip bitiren ömrünü,
Zavallı insan, bir mezarda sonsuzluğa uzanıyor.