Köşe Yazısı

okuma hedefim, elviş abla, meet yasin altun, şiirli veda.. #2

Değerli Okurlar,

Havanın güzel olmasının bizim anlık hislerimizle bir ilişkisi olabilir mi?

Gündemi takip ederken bu hafta için ne yazmalıyım diye düşünüyordum. Sizinle 2022 için aldığım kararlardan sadece birini paylaşayım.

Bu yıl 100 kitap okumaya niyetlendim. Şimdiden üç kitap bitti bile; ancak niceliklere takılmadan yaşamayı savunanlardanım.. Kitap yorumlarını Fullsepp profilimde paylaşıyorum. Eğer okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

Bir insan yüzlerce kitap okusa da o insanda vicdan yoksa neye yarar.. Bence pek bir işe yaramaz.. Peki gelelim kendimize..

Açıkçası kendi adıma değişimi merak ediyorum.. 1 senede 100 kitap okumak bana neler katacak veya benden neler alacak.. Bu gerçekten benim için merak konusu oldu.. Nasip bakalım..

 

*Elviş Abla 

İngilizce konuşmak istiyorum ancak utanıyorum.. Ya yanlış bir kelime söylersem.. Ya bana gülerlerse..

İnternette tanıştığım iki ilgi çekici İngilizce YouTube Sayfası paylaşacağım.. Bunlardan birisi hiçbir şey bilmemesine rağmen aşırı özgüvenli bir şekilde İngilizce konuşmaya çalışıyor.. Yıllar sonra İngilizcesinin su gibi akıcı olacağına şüphem yok. İşte karşınızda Elviş Abla 🙂

 

*Meet Yasin Altun

Eğer İngilizce konuşmanızı geliştirmek istiyorsanız bu sayfa tam size göre.. Neden mi? Çünkü Yasin Bey videolarının altına İngilizce ve Türkçe alt yazı eklemesi yaparak müthiş bir işe el atıyor. Kesinlikle kocaman bir alkışı hak ediyor. Kendisine çok teşekkür ederim. Umarım sizlere de faydalı olur.

 

*Şiirli Veda 

Son olarak sizlere eski yazdığım bir şiirle veda etmek isterim:

Onu her gördüğümde

Bana Fransızca gülerdi

Sözlerim Türkçe dökülürdü

Aslında dünyada dil diye bir şey yoktu

İnsanlık vardı.. Sevgi vardı..

 

Saygılarımla,

Yazarperest

 

Not: Kapak fotoğrafının sahibine buradan ulaşabilirsiniz.

başlangıç, öğrenme arzusu, fullsepp, hikaye yazmak.. #1

Değerli Okurlar,

Merhaba, öncelikle sizlere sağlıklı günler dilerim. 2022 yılının henüz başlarındayken aklımda dönüp dolaşan her hafta köşe yazısı yazma ve bunu yayımlama cesareti gösterme fikri beni en sonunda tesiri altına aldı. Sanırım bu güzel bir tesir altına girme..

Gerçekten oturup düzenli bir çalışmayı uzun vadede yapmak benim için çok zor görünse de bir şeyi çok iyi biliyorum: O da eyleme geçmeden, bir sonucun iyi veya kötü olacağını bilemeyeceğimdir.

Öyleyse bu yazıyla bir eylem başlatmış oldum, diyebilirim.. Umarım sizler ve benim için hayırlı olur.

 

*Öğrenme Arzusu

Tam da yeni bir yıl, yeni umutlar derken 2021’in son demlerinde karşıma bir yazı çıktı. Kısa ve netti.

‘‘İnternetin her yerinde ücretsiz eğitim bol miktarda bulunur. Az bulunan şey öğrenme arzusudur.’’ Naval 

İçimizde anlık bir öğrenme arzusu parıldadığında heyecana kapılırız, ve gerçekten bunun için ne kadar zamanımızı ayırdığımız, -öğrenmeye dair- verilen değeri ortaya çıkarır.

Umarım o öğrenme arzusu bir an olsun içimizde eksilmez ve her daim artar..

Öğrenmekle ilgili konu açılmışken edindiğim ilginç-faydalı bir bilgiyi de sizinle paylaşmak istiyorum.

*Yapılan bir araştırmada, videoların hızlarında yapılan artırım ile birim-zaman olarak daha iyi bir öğrenim elde edebilirsiniz. Açıkçası bir eğitim videosunu 2x hızda iki kere seyretmeniz, 1x hızda bir defa izlemenizden daha öğretici olabilir. Araştırmanın kaynağını bu linkten ulaşabilirsiniz.

 

*Fullsepp

İnternette herkesin bir içerik üreticisi olduğunu düşünürsek.. Bu çalışmalarınızdan belirli bir kazancınız olması için sizi Fullsepp’e yönlendirmek isterim. Peki nedir bu Fullsepp?

”Fullsepp blog, sosyal medya ve pazar yeri birleşimidir. Kullanıcılar hem satış hem de reklam geliri kazanabilir, birbirleriyle takas yapabilir ve geliri tüm ekip üyeleriyle bölüşebilirler.”

Fullsepp için özellikle şunu belirtmek isterim ki yeni bir oluşum olduğu için fırsatları olan bir girişim.. Geç kalmadan buradan üye olup ekiple iletişime geçebilir ve elbette içerik paylaşabilirsiniz.

 

*Hikaye Yazmak

Nasıl hikaye yazabilirim? diye bir soru aklınızda dolaşıyorsa buyurun.. Aslında hikaye yazmak o kadar da zor bir şey değil. Bir sistem geliştirmeniz gerekiyor. Size bunu çok basit bir şekilde ifade edeceğim. Eğer söylediklerimi yaparsanız siz de iyi bir hikaye yazarı olabilirsiniz. En azından hikaye yazabilirsiniz.

1- Kelime kutusu oluşturun, kutunun içerisine 36 kelime koyun. Örnek: bardak, silgi, vicdan, anbean, künye, kahve, parfüm, kertenkele.. Bu kelimeleri tek tek ufak kağıtlara yazıp güzelce buruşturun ve kutunun içine atın..

2- Kutuyu karıştırıp 3 tane kağıt seçiniz.. Çıkan kelimeler: silgi, parfüm, künye. Şimdi bu kelimelerden bir hikaye yazmamız gerekiyor.

3 Örnek Hikaye: Günlerdir uyuyamıyorum. Bir odanın içerisinde kaldım. Oda sıcaklığından mı bilemiyorum odaklanmakta zorlanıyordum. Hemen bir şeyler yazmam gerekiyordu, ancak yazmaktan korkuyordum. Peki kendimi ya doğru ifade edemezsem; çünkü yalnızca bir kalem ve kağıt vardı, silgi yoktu. Sonra neden günlerdir bir odada kaldığımı düşünmeye başladım. Çok kötü kokan bir odaydı, duvardaki resimde bir çocuk ve elinde parfüm ile bana gülümsüyordu. Bu çocuk kimdi? Sonra birden ekran karardı filmin künyesi akmaya başladı. Evet, ben bir filme hapsolmuş, dijital yaşayan bir sanal varlıktım. Peki nasıl oluyor da duygularımı ifade edebilmiştim..

4- Yukarıdaki örnek hikayedeki gibi her hafta bir tane hikaye yazmalısınız bu da 12 haftalık bir süre yapar.  Bu süre sonunda ne kadar geliştiğinize bakıp çalışmalarınızı farklılaştırmak sizin elinizdedir. Hikayelerinizin kısalığı ve uzunluğu sizin hayal gücünüze bağlı, sakın kısa veya uzun yazmalara takılmayın. Sadece yazın.

 

Son  olarak, okuduğunuz için teşekkür ederim. Eğer destek olmak isterseniz, bu yazımı sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz.

Saygılarımla,

Yazarperest 

Yüzlerdeki ruhlar.

Yüzlerdeki ruhlar.

Sokakta gördüğünüz insanlar, yaşadığınız, dostum dediğiniz insanları ne kadar tanımaktayız.? Veya ne kadar onların iç alemlerine, ruhlarına dokunuyoruz.?

Yüzeysel kalan her şey bir gün solmaya mahkumdur. Ya en yakınlarınız? Onlara hakikaten yakın mısınız.? Yoksa sadece yakınınız olduğu için mi yakınsınız? Bunları sorabildiniz mi kendinize? Soruyorum her defasında kendime. Bu yüzeysel ilişkiler neden kurulur? Arkasında kendini duygusal olarak koruma altına almak var, bi nevî. Kendine ait bir alanı olmalı ya insanın. Kimsenin dokunamadığı. Sadece konfor alanı değil bu bahsettiğim. Kendine ait bir alan, ruhunun en derinlerinde bulunan, iç huzur, denilen. Kimsenin o huzuru bozmasına izin vermemesi gereken alan. Daha ince düşünürsek, dikkatli olmalı insan. O alan’a insanlar bir çok insanın dokunmasına müsade eder. Fakat bilmez ki; yaşadıklarımızdan, aldığımız darbelerin izlerini onarma merkezidir aynı zamanda. Her onarma hayatınızdan zaman çalar. Her yalan bir duygu hırsızlığıdır aslında. Olmamış olan olmuş gibi söylendiğinde, gösterildiğinde veya oynandığında. Hiç olmamış gibi yaşaması mümkün değil, insanın. Gün gelir o bastırılmış duygu dışa vurur. Ve çıkamaz hale gelebiliriz. Duyguyu yönetmek için duyguyu yaşamalıyız deniliyor. Psikolojide; Eğer duygunuzu bastırırsanız daha yoğun bir biçimde ortaya çıkar. Ve etkisinden çıkmak için kıymetli ve belki de kısa olan zamanınızı alır. Kastım; kime zaman ayırdığınıza, kiminle vakit geçirdiğinize önem verin. Buna değecek insanlar olmalı. Aksi halde çok güzel vakitler geçirebileceğimiz güzel insanlar’a vaktimiz kalmayabilir. Ve bu sizi, bizi daha fazla üzgün bir duruma iletir. Siz siz olun ve değmeyecek birini konfor alanınıza almayın. Herkes o güzelliği, nahifliği kaldıramaz. Anlamayanlar da ağırlıklı bir şekilde zihin kirliliği mevcuttur. Unutma anlaşılmaman; seni kendileri gibi zannetmelerinden dolayı, senin suçun değil.

Güven Hissiyatı.

Kime sorsanız. Bu zamanda kimseye güvenilmez. ‘Kendime bile güvenemiyorum’, der durur. Daimî şekilde bu sözleri hem dillerde hem Kalplerde dolandırır durur insanlar. Bilemeyiz. Belki de haklılar değil mi?, diye düşünebilirsiniz. Anlıyorum. Fakat düşününce Allah’tan başka güvence ve garantimiz yoktur. O halde neden insanlara bağlıyoruz her olayı, her olanı. Bizim göremediğimiz onca hakikatı Allah var eder iken. Biz her zaman kendimiz yapıyor, kendimiz vesile oluyor ve ‘kendim’ yaptım diyebiliyoruz. Peki şunu neden unutuyorsunuz? Allah istemese bir adım dahi atamayız. O vakit aklımızda bulundurmalı, biz’e ancak Allah’ın istediği isabet eder. Ne ekseriyeti ne ekalli. Şöyle düşünün; istediğiniz bir şeyi elde etmek için onca çaba sarfedersiniz bir önceki yazımı okudu iseniz anlamışsınızdır. İnsan her istediğini elde edemez. Bu inkar edilemeyen bir Ayet-i Kerimedir. Öyleyse biz neden bizi her şeyimizi en ince teferruatına kadar yaratarak mahlukatın en şereflisi olarak adlandıran Allah’a bağlayamıyoruz kendimizi. Gönül bağımızı Allah’a teslim edemiyoruz. Demek ki bizi bu dünyadan alıkoyan unsurlar engeller var değil mi? Evet dünya da yaşıyoruz. Dünya var ama bu bir geçici rüyadan ibaret unutuyoruz. Burası geçici fani alemin hatalarını, bedelini baki olan Ahiret’e saklıyoruz öyle mi? Ne delilik, der Şair bunu idrak ettiği zaman. Sizde idrak edebilirsiniz. Sadece Gözümüzü (Kalbimizi) açmamız gerek. Kendinize yardımcı olabilecek sadece sizsiniz. Siz idrak etmeden size anlatılsa dahi duymazsınız. ‘Mühürlü Kalp diyor Ayet-i Kerimede demek ki Kalbin Anahtarı var mecazî anlamda. Ve bu yerde anladım ki; insan Allah isterse ancak görebilir. Bir Halifelerin en adaletlisi olan Ömer bin Hattab’ı düşünelim. Yol’u bir Peygamber’i öldüreceği hevasıyla dolup taşmış bir insanla geri döndüğünde kendini Gül bahçesinin ortasında buldu. Yani gittiğimiz yolların sonunu ancak Allah bilebilir. İnsan’a mahsus değil bu. Bu husûsiyet yalnız Allah’ındır. Biz’e düşen pay Allah’ın halk ettiklerine razı olmak. Ancak böyle Allah bizden razı olur. Razı olacağı an bizim onun bize nasip ettiklerine razı olduğumuz an ve onun için yaptığımız her ameldir. Fakat bu bizim haksızlığa kötülüğe boyun eğmemiz gerektirdiği anlamını taşımaz. Aksine insanlar’a yardımda bulunup elinden geldiği kadarınca ihlaslı amel işlemeli anlamına gelir. Nitekim hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Biz sinelerimizi sebepleri halk eden’e bağlamayı bilmeliyiz. Bilmez isek insanların ellerinde harabe olur, sonumuz ziyan olur. 

ALGILAR VE YARGILAR

Bir insanı kendini sorgulayacak duruma getirmek ne kadar kötü.Şu açıdan insanın bazı hususlarda kendi iç muhasebesini yapması,özeleştirisini yapması son derece doğaldır aynı zamanda kişi için yararlıdır.Ama iş kişinin kötü,çirkin vb. gibi olumsuz sorgulamalarına varırsa durum vahimdir.Toplumun algı ve yargılar sistemi çoğu birey için zorlayıcı olabiliyor.Kimin için iyi kimin için kötü veya kimin için güzel kimin için çirkin? Yıkılmayan düşüncelerin ağırlığı altında zamanla herkes ezilmeye başlıyor. Kişinin bireyselliğe kayma serüveni de burda başlıyor belki de. Koskoca toplum bir kişiyi içine sığdıramıyor ve kopuş orda başlıyor. Herkesin herkes hakkında fikrinin olduğu bir toplumda yargılanmış ve hükmü çoktan verilmiş bireyler özgür olabilmek ve tüm bunlardan kaçabilmek adına kendi iç dünyasına dönüyor ve oraya sığınıyor. Toplumun el birliğiyle yaptığı bu düzende bazı şeyler değişmedikçe kimsenin söz hakkı doğmuyor. Bazı algı ve düşünce sisteminin ve bundan kaynaklanan yargılar düzeninin değişmesi gerekiyor. Yoksa toplum daha çok insan kaybeder..

Bizler Sanatken

Günler akıp geçerken benliğimizi unuttuk sanki.
Ne akan suyun ne doğan güneşin bir anlamı kaldı.
Oysa bizler eğlenceyi keyfi yaratırız ve insani çıkarlarımız uğruna hepsini bir çırpıda yoka sayarız.
Sanki artık vicdanımızın sesi kısıldı ve taştan bir silüet edasıyla monoton günlerimizin tadını çıkarıyoruz.
Günümüz güzel geçmediyse bir yığın küfür ve güzel geçtiyse de şanstan sanıyoruz.
Her şeyin bir anlamı olduğunu unutuyoruz yaratılışımızdan bir sanat eseri olduğumuzu unutuyoruz.
Kendilerimize ve çevremize dayattığımız kurallar,beklentiler ve sosyal farklılıklar ile ruhlarımıza ızdırap çektiriyoruz.
Oysa her sabah doğan güneşe şükredip, ellerimizi göğsümüzde birleştirip önce kendimizi iyiliklere inandırsak başka sabahlarda da buhranlık çeker miydik, başka yarınlarımızda üstüne sisler ve kara bulutlar çökmekte olan dünyamızı umutsuzluk içerisinde bırakır mıydık, sanmam Umut var oldukça bu dünya bir tuval ve bizler üstündeki fırça darbeleriyiz ve bütünümüz bir sanat.

Kırık Dökük

Nasılsın, ben Öylesine Biri olarak sanırım iyiyim ya da öyle olduğumu düşünüyorum. 
Bugün bu platformu keşfettim. Benim için yazmak her zaman farklı dünyalara ait olan bir kapıyı açmıştır. Ya da okumak, hobi değil bir ihtiyaç. İnsanlar nasıl hayatta kalabilmek için yemek yeme ihtiyacı duyarlarsa benim içinde kitap okumak aynı yola çıkıyor. Nefes alıyorum. Oku ,telefonunu bırak sadece oku. Vazgeçtim belki de online olarak okumayı seviyorsundur o zaman telefonunu bırakma. Nasıl okursan oku yeter ki oku .Kendini yalnız mı hissettin kitap oku. Sorunların mı var kendini kitaplara bırak onlar seni bir çıkışa ulaştırır. Kimseye ihtiyacın yok sadece sana belki de bir yoldaş gerekli o da çok uzakta değil. Burada denemiş biri olarak söylüyorum günlerim kitap okumak dışında sadece temel ihtiyaçları gerçekleştirerek geçiyor. Bu durumdan hiç bir zaman şikayetçi olmadım. Sadece seviyorum.
Kahveni, kulaklıklarını ve kitabını alıp pencerenin önüne geç ve mümkünse camını aç. Bu güzel kar soğuğu seni üşütürken kahven, müziğin ve kitabın senin içini ısıtsın yeter ki ona izin ver. Bu yazıyı paylaştıktan sonra kitabıma kaldığım yerden devam edicem. Sende bana eşlik et belki bir daha ki sefer beraber aynı kitaba başlarız kim bilir. 🙂
Hayat
13.1.21
Öylesine Biri

SEKÜLER ZİHNİYET ve MEDENİYETSİZLEŞME SORUNU

Bağlı olduğumuz toplumun ahlaki yozlaşma ve medeniyet düzeyi olarak çökmesi iki yüzyıldır kendimizi kaybedişimizden kaynaklıdır. Toplumun girdap olarak içine düştüğü bu buhranlı süreç, esasen 3Z kuralını kaybedişimizdendir.
-Müslüman ZİHNİnin çökmesi.
-Müslümanca ZEMİNin çökmesi.
-Müslüman ZAMANın çökmesi.

3Z unsurunu kaybedişimiz bize medeniyetsizlik olarak yansıdı. Seküler kafaların ve toplumun zamansız, zeminsiz ve zihinsiz bir dünya arzu etmesi İslam dünyasını köksüz hale getirdi.

İslamın hayat bulması, hayatın sürmesi ve hayat sunması beklenenden çok ama çok kısa sürede gerçekleşti. İslam hakikatinin hayat bulma evresi Mekke Sürecinde ; hayat sürme evresi Medine Sürecinde; hayat sunması ise ( ilim-irfan-ahlak-düzen-kanun-ticaret hayatı-siyaset..) medeniyet sahnesinde karşımıza çıktı. Tıpta, siyasette, toplumsal düzende yani medeniyetin inşasında İslam hakikati unutmayacağımız 3Z kuramında yaşadı.

3Z kuramının çökmesi, medeniyet hızımızın yavaşlaması, seküler zihniyetin toplumda son yüzyılda iyice tavan yapması 2 ana meseleyi önümüze koydu..
– Temsiliyet Sorunu..
– Teslimiyet Sorunu..

Temsiliyet Sorununda karşımıza İslam Medeniyeti’nin  müslümanca kurulan kurumlardan mahrum bırakması karşımıza çıkıyor. Bir medeniyet var ama bir yada bir kaç kurumla temsil edilmiyor. Yani temsiliyette bir boşluk var. İşte bu boşluğu seküler kurum ve şahıslar dolduruyor.

Teslimiyet sorununda karşımıza kurumlardan çok insanın kendisine sorduğu tek soru çıkıyor: İslam’a mı teslim olduk yoksa dünyaya mı?

Bu soruya verdiğimiz cevap aslında temsiliyet sorununu;
temsiliyet sorunu ise yaklaşık iki yüz yıldır kendimizi kaybedişimizi ; kendimizi kaybedişimiz ise zaman-zemin ve zihin olarak çöküşümüzü sağladı ve sağlamaya devam ediyor.
Bu durumun tespitini  yaparken sormamız gereken soru şu:
Bir insandan, bir medeniyet inşaa olabiliyor ise insan bunun ne kadar farkındadır?

Selam, dua ve muhabbetle..

OSMANLI DEVLETİ’NDE SAAT KÜLTÜRÜ

Daha evvel ki yazılarımızın bir kaçında Osmanlı Kültürünün kadim bir kültür olduğuna dikkat çekmiş ve çarpıcı örneklere yer vermiştik. Medeniyet teferruatta gizlidir sözü her manasıyla Osmanlı Medeniyetine sirayet etmiş vaziyette.. Maalesef günümüzde birçok medeniyet göstergesi olan değerleri yitirmiş olsakta  merhum Halil İnalcık hocanın dediği gibi ‘bu hazineden habersiz kör topal yaşıyoruz onun üzerinde..’
Osmanlı kadim bir medeniyet eşsiz bir kültür.. Yazının asıl konusu olan ‘saatler’ mevzusuna geçmeden evvel duyup hayretler içerisinde kaldığım bir bilgiyi paylaşayım..
Osmanlı’da bine yakın vakıf varmış.. Düşünün bir medeniyeti besleyen en mühim unsurlardan biri olan vakıf müessesine ataların verdiği önemi..
Bu bir değerli bilgi olarak yazının burasında kalsın..
Biz dönelim konumuza..
Bu kadim medeniyetin en vazgeçilmez unsurlarından birisi de saatler imiş..
Nasıl?
Bir kısa bahsedelim..
Osmanlı medeniyetinin genel özelliklerinden biri de kadim olanı ile moderni,dini değerler ile dünyevi olanı güzel bir şekilde harmanlamasıydı.
Saat unsuru özelinde bu ifadeyi düşünürsek;döngüsel zaman ile çizgisel zamanı,alafranga saat ile alaturka saati bağdaştırıyordu. Bu harmanın son demlerine şahit olan Ahmet Hamdi Tanpınar en mühim eserlerinden biri olan ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsünde’ kadim hayatımızın saat üzerine kurulu olduğunu söylüyordu.
Saat, dünyevi başarı ve zamanın göstergesinin yanında uhrevi bir öneme de sahipti.. ‘Günde beş vakit namaz,iftar,sahur ve her türlü ibadet saatle idi..
Saat dünyevi dakikaları sayma aracı değildi yanlızca Allah’ı bulmanın en sağlam çaresiydi ve bu sıfatla eskilerin hayatını bu nokta da idare ederdi.
Hatta saat kavramı Osmanlı medeniyetinde müesseseleşmiş.. Bazı kentlerin camilerinin avlularında muvakkıthaneler yaygındı..
Muvakkıthane kelime anlamı olarak ‘vaktin belirlendiği hane’dir.
Namaz vakitlerinin belirlendiği,takip edildiği hatta ufak çapta astronomi çalışmalarının yapıldığı yerlerdi.. Yapı olarak çok büyük olmayan 2 odalı mekanlardı.
Ayarlı-ayarsız saatler üzerine de düşünülmüş hatta belli oranda anlamlar yüklenmişti.. Saatin hem dünyevi hem de uhrevi bir mahiyeti vardı ayarlı yada ayarsız oluşu da derin anlamlar içermişti..
Hatta muvakkıt Nuri Efendi ‘Ayar saniyenin peşinden koşmaktır..’ diyor bozuk saatleri hasta insanlara benzetiyordu. Hasta,tabiatı gereği mazurdu.
Ancak ayarsız saatler başka..
O apacık bir suçtu ve ağır bir cürümdü..Hatta Nuri Efendi ayarsız saatlerin insanlara vakitlerini israf ettiriyor şeytanın en büyük oyunlarından biri olduğunu söylüyordu.
Ayarlı saatler hem dünyevi hemde uhrevi saadetin kapısını açardı.Ancak devletimizin çöküşü ile saatlerimizin ayarsızlığı paraleldi sanki.. Refik Halid Yenicami saatlerinin işlememesi karşısında büyük bir hüzne kapılıyordu..
Adeta alafranga saat ve alaturka saat edebiyat temsilcilerimizi de ikiye bölmüş vaziyette idi.. Saatlerin ‘eski zaman’ ölçenleri Ahmet Haşim’in;’yeni zaman’ ölçenleri ise Ahmet Mithat ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın gözdesiydi.
Kadim şahsiyetlerde  saat kavramı o kadar mühim ve müstesna bir yere sahipti ki  ‘sahibi saati değil saat sahibini ölçer.’ derlerdi.
Saat kavramı bu kadar müstesna bir yerde iken hatta muvakkıthane formunda müessese haline gelmişken Avrıpa’da meydana gelen saat kulesi akımından Osmanlı Devleti’de etkilenmiştir. İkinci Abdülhamit dönemine denk gelen bu akım da Sultan Hazretleri emriyle 9 adet Saat kulesi yapılmıştır..
-Yıldız Saat Kulesi
-Dolmabahçe Saat Kulesi
-İzmir Saat Kulesi
-Bursa Saat Kulesi
-Çanakkale Saat Kulesi
-Kayseri Saat Kulesi
-Bilecik Saat Kulesi
-İzmit Saat Kulesi
-Kastamonu Saat Kulesi (Sürgün Saat)

9 güzide şehre yapılan bu muhteşem eserler kentlerin simgesi haline gelmiştir.
Kayseri’de yapılmış olan saat kulesi Selçuklu mimarisine göre şekillendirilmiş;muvakkıthanesi olan tek saat kulesidir.
İzmit Saat kulesi ise 4 katlı olması hasebiyle en uzun saat kulesi olup,4 katında da farklı mimari yapıları barındıran saat kulesi olmuştur.
İçlerinde ki en garip hikayeye sahip olan saat kulesi ise Kastamonu Saat Kulesidir.
İstanbul Saray Burnu’nda bulunan saat zamansız çalan çanından dolayı Padişahın cariyelerinden birinin çocuğunu düşürmesine sebep olur ve İstanbul’dan Kastamonu’ya sürgün edilir. Bir diğer adı ise Sürgün Saat olarak anılır.
Saat kavramı medeniyetimizde mühim bir olgudur. Kaybettiğimiz bir değer ve ne yazık ki sadece kolumuza taktığımız yada evimizin duvarında olan dakika ve saniyeyi gösteren  bir aygıt konumuna geldi. Kadim medeniyette vazgeçilmez bir yere sahipti ancak günümüzde ne yazık ki o eski ihtişamına sahip olmadı…

Selam dua ve derin muhabbet ile..

 

 

 

 

 

Hüzne müptela gönüllere Ab-ı hayat

Batan bir diken bile olsa, müslümanın başına gelen her bir musibeti, Allah onun günahlarına kefaret kılar.                                 |Buhari, Merda, 1|

Musibet, acı, hüzün aslında mutluluk dinamiğini oluşturur. Herşey zıttıyla bilinir mutluluğu yaşamak için hüznü hissetmek yaşamak gerek. Bizi canlı tutan bu duyguların yaşanılmasını istememek bir nevi yaşamamayı istemektir. bu durumda yaşayan bir ölüden farksız kalırız. Vuku bulan her hadise muhakkak ki hikmeti vardır, hikmetsiz hiç bir durum hasıl olmaz çünkü Allah |c.c| boş ve gereksiz iş yaratmaz.

[لا تَحْزَنْ إِنَّ اللَّهَ مَعَنَا]
“Üzülme, Allah bizimledir”|tevbe,40|
yaşam sürdüğümüz bu darı dünyada sıkıntılarla cebeleşmek elbette kaçılmaz bir durum, bu durumda sebat gösterip sıkıntıya değil de sıkıntı ardından gelecek olan sadeti zihinlerimizde tasavvur etmek ruhumuza bir nebze de olsa şifa verecektir.
Hayatın buhranına karşı savaşlar verip galip gelmeye çalışmak oldukça enerji tüketir. Bu durumun üstesinden gelememek ayrı bir boşluğa sevk ediyor tabi bu kaçınılmaz bir şekilde kısır döngüye haps ediyor. Kanaatimce benliğimizde hasıl olan bu duyguyu nasıl ki mutluluğumuzu yaşarken sevinç duyuyorsak aynı zamanda üzüntümüzü, hüznümüzü yaşarkende sevinç duymalıyız şairin dediği gibi “insan bastırdığı duygunun esiri olur” dolayısıyla kendimizi kasmadan mutluluğumuzu yaşar gibi üzüntümüzüde yaşayıp vaktinde misafiri uğurlamak en mantıklı davranış olucaktır.
Neticede betonlaşmış şehirde hissizleşmiş âdem ile  doğallığını  yitirmiş  bir hayatın serüveninde miskin olmamak elde değil. peygamberin s.a.v sünneti olan, insanın ruhuna, kalbine hitap eden sadelikten kendimizi yoksun bırakıp, aldatıcı bir sevgiliden farksız olan, göz kamaştıran dünyanın kabartma tozuna bulanmak insanın ayarında mevcut olmayan yeni bir iletişim eklemek gibi fıtratımıza aykırı, ters orantılı olan bu durumu yaşamaya çalışmak ayrı bir bunalıma sebep olur. Kulaklarımıza aşina olsada hatırlatmakta muhakak ki fayda vardır şöyle ki;  “Resulullah s.a.v efendimiz sevinince toprağa üzülünce gök yüzüne bakardı, toprakta tevazu gök yüzünde ferahlık vardır”.  bu durumlarda helak edici yeise, hasta edicek üzüntüye  kapılmak yerine resul-i kibriya efendimizin tavsiyelerine kulak verip yanlış kalıplaşmış düşünce yığınını bırakıp tembihlere göre şekil almamız daha makule geçecektir.

(Sıkıntılı iken “Hasbünallah ve ni’mel-vekil” deyiniz!) [İ. Merdeveyhi]
Kur-an’ı kerim okumak dinlemek, sadaka vermek, güzel kokular ve temiz giyinmek, başkasının sıkıntısını gidermek, doğayla buluşmak, su, kuş sesleri dinlemek, yakın bir arkadaşla hasbihal etmek, dünya ve ehiretimize fayda sağlicak meşgaleler edinmek, ruhumuzu kalbimizi sukûnete eriştirir. tevekküle sarılıp filizlenmeyi beklemek en doğru adım olucaktır.

“Dünya uğrunda mahzun olmaya değmez” Şeyh Muhammed Muta Haznevi |k.s|

BİR FETİH’DEN FAZLASI OLABİLMEK..

Ne güzel demiş o alemlere rahmet olan rahmeten lil alemin;

” لَتُـفْتَحَنَّ  الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَـلَنِعْمَ  الْأَمِيرُ  أَمِيرُهَا،  وَ لَنِعْمَ الْجَيْشُ  ذَلِكَ  الْجَيْشُ”
“Letüftehanne’l Kostantıniyyete, ve le ni’mel emrü zâlike’l emr, ve le ni’mel ceyşü zâlike’l ceyş”
“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”
Konuya tam da buradan girmek aslında en doğru olan..
Girizgahı uzatmadan gelişme kısmını çokça tutarak.. Çünkü cümle sözlerin en güzelini Hadis-i Kutsi’de Efendimiz buyurmuşlar..
Bir müjde..
Bu müjdenin ardına nice ordular,nice komutanlar nice sultanlar düştü..
Ama sadece birisi muzaffer oldu..
‘Ya ben İstanbul’u alırım,ya da İstanbul  beni alır..’ diyerek kartal bakışlarını dikmişti o karaya..
Kendi hesaplamalarıyla döktürmüştü Şahin Toplarını..
İstanbul bir nazlı gelin gibi bekliyordu ve Padişah’da bunu çok iyi biliyordu..
Kimine göre cenk meydanıydı burası ama Sultan için bir düğün yeriydi..
Öyle ki bu düğün murada ermeliydi..
Hatta Haliç bile zincirlerinden kurtulmalıydı bugün..
Öyle de oldu..
72 gemi karadan yürüdü o gün..
Bir yanda Şahin Topları döverken surları bir yandan cengaverler tırmanıyordu surları..
Ama bir gecenin şafağı söktüğünde 72 parça donanmanın tamamı Haliç’i özgürlüğüne;İstanbul’u o kutlu sahibine teslim etmek için karadan yürümüştü..
Görenler buna inanamadı..
Bu gün bu düğün yerinin her yanında başka başka destanlar yazıldı..
Bir yanda eşi benzeri görülmemiş Şahin Topları..
Diğer yanda Haliç’e karadan yürüyen 72 parça donanma..
Ama diğer yanda bir başka destan var ki..
Vücudunda sayısız ok saplanmış;yine de üç hilal sancağı surlara dikmeyi başarmış ve yine bırakmamış Ulubatlı Hasan..
Bir düğün..
Bir cenk meydanı..
Tarih değişti..Dünyanın gidişatı bir anda değişti..
Çağ açıldı çağ kapandı bu cenk meydanı ile..
1000 yıllık bir imparatorluk çöküp yiterken yepyeni bir serüven başladı diğer yanda..
Bir müjde hakikat oldu..
Sultan surların önünde bir cenk meydanına baktı..
Etrafında Devlet-i Ala’nın kurmayları..
Yanında hocası..Akşemsettin Hocaefendi..
Şehre yavaşça yakınlaşırken Konstantin’in nazlı bir yar gibi onu beklediğini biliyordu..
Surlardan içeri girdiğinde dudaklarında Besmele vardı..Gönlünde ise bin şükür dua..
Bizans’ın zülm görmüş halkı yeni hükümdarlarını karşılamak için iki yandan çiçek atıyorlardı bu heyete..
Sultan Mehmet daha 21 yaşında idi..
Akşemsettin ise heybet-i vakar.. Sultanı Akşemsettin Hoca sanarak çiçekler ona yöneldi..
Mübarek mahcup olarak işaret edip:
-Sultanımız.. diyerek Sultan Mehmet’i işaret etti..
21 yaşında cihanı değiştiren, bir Peygamber müjdesine nail olan,çağ açıp çağ kapatan Sultan ise atını durdurdu.. Ve buyurdu:
-Hünkar biziz amma çiçekler ona layıktır..
Bu mübarek gecenin üzerinden 564 yıl geçti..
İstanbul tüm İslam alemi için hala aynı göz bebeği..
Türkiye’miz için ata yadigarindan ziyade bir müjdenin gerçekleştiği yer..
Fethin yıl dönümü kutlu olsun ey okur..