üç yanlış bir doğruyu getirir

1

ÜÇ YANLIŞ BİR DOĞRUYU GETİRİR

Kendine inandırdığı bir sözü olmalıydı insanın daima. Yaşamın bir yanılsamadan ibaret olmadığına bizi ikna edecek bir şeyler mesela; insan kendinin girdabıdır. Bütün felsefi zaiyatların içinden çıkamadığında belki de yaşamı ve ontolojik kaygıları komplesiyle def edecek bir cümlesi vardı mutlaka. ‘’Susun üzerinde konuşulmayacak şey hakkında’’. İnandığımız yanlışlar ve sevmediğimiz doğrular yapmaya geldiğimiz yer ölçüsünde dünya denmiyor mu buraya? Üç küçük hatayla şekilleniyorsa kader dediğimiz avuç içi, e o zaman niçin insan sürekli sorunlarının kaynağını aynalarda aramak yerine zerre alakası olmayan şeylerde buluyor? Bu mu bütün bize yutturulan yalanların sebebi? Niçin inanmamız bekleniyor en basitinden boğazına takılan bir şey yüzünden ölen kişilerin boğazına takılan şey yüzünden öldüğüne? Niçin biri de demiyor ki ‘’hayır, ölüm sebebi boğazına bir şey takılması değil, sırtına vuracak kimsesi olmamasıdır’’! O zaman tez zamanda açıklasın güzelliği yalana borçlu sanat icraatçıları; insan, sırtına vuracak bir el nispetinde yer kaplar sığındığı boşlukta. Madem ki dünya bir boşluk yeri, öyleyse köy; yavaş yavaş ölme biçimidir. Babamın da gençliği tabi, Cumhuriyetin kazanımları en yakın medeniyet kadar uzak. Dedemin önüne koyduğu iki yüz keçiyle, devletin bedava yollayabildiği iki üç kitap arasında geçen bedelli tercih dönemi, haliyle sunulmuş şıkların uzağında devrimci ruhunu konuşturmuş olacak ki ilk gördüğü yan komşusuyla gittiği nikah dairesi. Dedem keçilerin derdine düşünce toprağına bereket, üç altınla göndermiş babamı ocağından. Üç altın ile on sekiz yaşını satın alan babam eşinin yaşını da üst üste koyarak bir olgunluk evresi oluşturmak istese de nafile tabi. Hep bir çare arayışının sonucu yeni çareler aramak olması da kaçınılmaz belli ki. Bütün -şimdi üstesinden geldim- masalı bir sonraki ağacın ardında saklanan kurt ile sürpriz yapıyorsa insana, yani bu doğanın yazılı olmayan kurallarındandır bir nevi. Kimisi kader der buna, kimisi doğa ananın rahmeti. Hoş, ikisi de kabul edilebilecek kadar geçerli sebepler silsilesidir. Üç şıklı bir sınavın başına patlayan gençliğiyle babam, elinde gökten düşen üç altın ve bir eş ile ne yapacağını düşünürken o sabah yan komşusu Kamil amcanın ineğini sağarken görmesiyle karar vermiş geleceğine. Kaderine yaptığı ilk ailevi müdahale de bu olmuş haliyle. Nikah dairesine gitmek dışında ikinci defa ilçe görünce hayatın sırrını çözdüğünü zanneden babam kendi nirvasını da yanında getirmiş bir altın bedeliyle satın aldığı hasta inek dışında. Bir hafta boyunca ineğin sakinliğini, ortamını yadırgamasından yalnızlık çekişine, bakımını bilemeyişinden yeni evli oluşuna kadar aklına ne geliyorsa ona bağlamış. Sadece toyluğundan faydalanan kendi hemşehrileri olabileceğine bağlamamamış. Bu bizdeki ‘’başrolse ölmez abi’’ mantığıdır ve tarihi epey geriye dayanır. Neyse bir hafta sonunda çok bitkin görüntüsü yerini hareketsizliğe bırakınca bizim ineğin, anlamış bazı şeylerden anlamadığını. İki altın ve bir eş ile baş başa kalınca hayatı tekrar sorgulamaya başlamış, öyle değil midir zaten, yediğimiz kazıklara kibarca tecrübe, en çok kazık yiyene tecrübeli denir. Tercih etmek ve pes etmek arasında iki şıkkı kalınca elindeki ikinci altınıyla Acun’sal bir yatırım yapmak zorunda olduğunu fark eden babam, kimseye danışmadan ikinci kararını vermiş. İlk defa köyden ilçeye çalışan dolmuşçuların dikiz aynalarına asılı fotoğraflarından tanıyıp, tek kanallı dönemde ara sıra kapanışta birkaç şarkı söylediği programlardan ve radyolardan sesine aşina olduğu Ferdi Tayfur’a saçlarıyla kendini benzetmeye çalıştığı ve belki sebebi saçlardır sanata ve sinemaya gönül vermeye başladığı evre oluşmaya başlamış akabinde. İkinci altınıyla ne yapacağını ilçeye üçüncü gidişinde izlediği bir sinema filminde bulunca, daha büyük bir atılım ile şehre inmeye karar vermiş. Evde olsa olsa babamdan en fazla elma armut bekleyen eşi, babamın elinde köye de ilk defa giren sinema makinasını görünce evliliğinin ikinci hayal kırıklığını yaşamasına yetmiş. Eşinin belki çok saf, belki de çok pişman bakışlarından kurtulmak üzere köy meydanındaki kahvenin yolunu tutan babam, kucağındaki makine ile yapabileceklerini okuduğu beş yıllık her derde deva gerçek eğitim kazanımlarından yola çıkarak anlatacak cümlelerini tasarlamış. Köylüleri kıskanmak ile sevinmek arasındaki o ince çizgide sallandıkça, babam yolun doğruluğuna olan şüphelerinden arınmış. Kahveci ile anlaşmış, makineyi kurmuş ve köye ilk sinemayı getiren adam olarak tarifi ancak böyle yapılabilecek tarihe geçmiş. Özür dilemeyi bulmak kadar büyük bir atılım olduğu yadsınamaz bir gerçektir. İşlerin yolunda gitmesi ve eve düzenli olarak elma ve armut girmesi eşinin kafasındaki soru işaretlerinin de silinmesine yol açmış, çünkü düzen düz insanlar için gayet yaşam standardı demektir. Başkalarına endeksli hayat yaşayan insanlar yalnızca onların yaptığını yapmakla hayat tatminlerini sağlarlar. Bir açıdan ne güzel, bir açıdan çok yazık. Ancak talih daha yazıktır ki teknoloji gelişimi babamın hayallerine ket vurmuş. Babamı hasta ineğin vefatının altıncı, şehirden köye inen sinema makinesinin birinci yılı dolmadan çıkan ve popüler olan video kaset oynatıcıları mahvetmeye yetmiş. İkinci altınını da böyle elinden çıkarıp, kazandığı üç beş kuruş ile önceki borçlarını temizleyince cepleri de tertemiz kalmış. Eşinin kendisine olan güvenini kaybedince, kulaklarını kapatan popüler saç modasından kendi isteğiyle vazgeçmiş. Son bir altını, eşinin son bir itimadı ile baş başa kalınca daha gıcır gıcır evliliğine ve bulunmayan balayı tatiline adapte olamadan köye gelen işçi bulma memurlarına adını listenin tepesine yazdırmış. Almanya’ya gitmenin ve biraz para kazanıp ‘’Danke şön’’ demenin moda olduğu yılları fırsat bilip, son altını da oraya harcamaya karar vermiş. Çok geçmeden şehirden aramışlar ve ilk durakta bozulan altın ile Almanya kaydı yapılan babamın Libya’ya gönderilmek üzere mülakatı başlamış. Usta olması gereken işlerden hiç anlamama konusunda uzman olan babam, köyden çıktığı gerçek sıva ustasından yolda aldığı hızlandırılmış ders ile sıva ustalığı sözlü mülakatından geçip Libya’ya gitmeye hak kazanmış. Hayatın cilvesi mi yoksa sillesi mi çözmek ahirete kalmıştır, babama yolda sıvanın püf noktalarını öğreten harbi usta mülakatta heyecanlanmış ve soruları cevaplayamamış, doğal olarak kaybetmiştir. En azından sonuç doğaldır. Birinci gidiş tarihinde yüreği yetmeyip otogardan geri köye dönen babam, köydeki gidemeyişi üzerine gelen baskıları da gururuna yediremeyince tekrar gitmeye karar vermiştir. Birinci yola çıkışında bütün köyün anlı şanlı uğurladığı adamı ikinci gidişinde kimse kapıdan bile geçirmeyince, bu tekrar dönmemesi için babama iki yıl yetmiştir. İki yıl libya’da çalıştıktan sonra bir çanta parayla geriye dönünce kısa sürede bir sürü yeni dost kazanan babam, iyi niyet gibi çantayı da eşe dosta çar çur etmiş, çocukluğunu da kaybedince, parti kursa tek başına iktidar olacak kadar mağdur olup, tecrübenin tarifini aldığı köyü terk etmiştir. Atmış yıllık hayatının yarım saatinde anlattığı bu hikayesinde aslında insanlığın kısa tarifini yapmış ve bana şunu öğretmiştir.
-İnsan kendinin girdabıdır..

  • Bir doğru bütün yanlışları silmeli.

    Yanıtla
Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.