ET BIÇAĞIYLA KALP DOĞRAYAN KADIN

0

Babamın ‘’biz ergenlik diye bir şey görmedik! Dolayısıyla yoktur’’ tezine göre her ne kadar inkar edilmiş, bir kenara paçavralanmış olsa da genel bir kabule göre ergenlik hayatın en boktan evresidir. Çocukluğun ufak tefek sakarlıkları ile olgunluğa daha çok yolu olması arasında bir gaz sıkışması hali, annelerin sırtımızı sıvazlaması ile geçmeyecek kadar gastrit derinliğidir. Aptallık evreleri diye bir sıralama yapacak olsak ergenlik Nirvanadır. Tesettür, alevi, sünni, sağcı, solcu gibi yüzeysel kelimeler sokulur hayatımıza zorla. Biz bunlardan klasmanına göre seçimler ve savunmalar yapmak zorunda bırakılırız. Yanlış tercihlerin ve kulaktan dolma bilgilerin kanun hükmünde kararname olabileceği bu dönemde severiz en çok mesela. Sevmek, şarap içmek, iddaa oynamak ve bu üçünü yapmamak arasında var olma meselesidir aynı zamanda. Aşık olmak; bir kere görmenin başınadır, hoşlanmak; yanından geçerken yapılacak kadar sıradandır ve günde üç kere görüldüğü çok kez kayıtlara geçmiştir, isteyen açıp baksın. Berbat olan; sevdiğini zannetmek , daha da fenası sevilmeye çalışmaktır. Hele bir de karşılık buldum zannedersen, ergenlik bir çeşit sıva ustalığına dönüşür. Dişinden tırnağından ve babandan aldığın harçlıklardan artırdığın paralarla ilişkinin üçüncü ayında içine tarih ve isimlerin sığdırıldığı, gümüş maskesi altında, piyasadaki fazla metallerle yapılmış yüzükler kaçınılmazdır. Bu aşamadan sonrası çırptığı iki kanat ile yarım metre yükselip uçuyorum zanneden tavuk sendromu evresidir. Yıllar geçse de her kanat çırptığında kuş oldum zanneder çünkü bir kere bu hissin içine sürüklemiştir kendisini. Benim değil eski dostum Rahmi’nin sıkıntısı olmuştu buna benzer, yıllar önce yıllarca etkisinden kurtulamadığı. Nirvana evresinde aynı okuldan, aynı mahalleden kendisinden üç yaş küçük bir kıza aşık oldum zannetti önce. Biz birazdan geçer diye pek üstüne gitmedik, tamam hepimizin boş vakti oluyor deyip olaysız dağılmak istedik. Lakin talih fenaydı, kızın gönlü ‘’ne olursan ol yine gel’’ sözüyle sıkı fıkı. Bizimki gelmişti bu sefer ve hızla harçlıklarından artırmaya, öğle aralarında simidi ayransız yemeye başlamıştı. Yeterince ayran gönüllü olduğu konusunda bizim uyarılarımıza karnı toktu zaten biz de pek samimi değildik. Başka hatalar peşindeydik. Uyanamamıştık henüz, -ergenlik hayatın cicim ayıdır- bin nasihatın canı cehenneme der ve yürürdük. Rahmi en önden bayrak sallardı ve kıza da bir bayrak gerekirdi daima. Kız genelde nakit çalışıyordu pek bayrak piyasasıyla ilgisi yoktu. ‘’Herkes armaya sevdalanacak diye bir şey yok’’ derdi Rahmi. Bazen haklı olduğuna o kadar çok inanırdı ki bizi de ikna ederdi. Aradan bir yada bir buçuk ay geçmeden kızın başka Nirvanalarla da adı anılmaya başladı. Dur daha yüzüğün yazısı kurumadı insafsız desek de Rahmi iyimserlik konusunda geleceğe umut aşılıyordu. Birinde bizzat uyardığım iki defa sevdiği kızın adını iyi anmadık ama toz kondurmama konusunda çok titizdi. Bir gün okula çağırmıştı bunu. Bu da beni çağırdı, çocuğun birisi sürekli güya rahatsız ediyormuş gitmek icap eder. Okuldan gelir gelmez boynumu boğmak üzere olan kravatımı iyice gevşetip serseri boy olmuştum bile. İmam hatipte işler böyle yürüyordu, mesai saatlerinde yavaş yavaş intihar. Kızın okulunun yolunu tuttuk iki kişi. Okulun kapısından girince çocuk ayağa kalktı, kız da arkadaşlarıyla bizi tam cepheden gören bankta oturup olacakları izliyordu. Rahmi eliyle dirseğimdeki boşluğa hafifçe sinyali çaktı. ‘’Dönüşü yok’’ demekti bu, her şey su gibi berraktı. Çocuğu ayağa kalktıktan sonra ben Allah var okulun güvenliği zannetmiştim. Üzerimize doğru gelişinden anlamıştım onun da bizi beklediğini. Bölüm sonu canavarı gibiydi ve biz oyun standartlarına göre ikinci bölüm tosbağası bile sayılmazdık. Bizim üzerine gitmeme lüksümüz tabi ki yoktu, devam ettik. İyi kötü süper mario oynamışlığımız da vardı çok şükür. Yürüdük. Adımlarımız kararlı olmak zorundaydı. Sert adamlardık. Okul bahçesi ayağımızın altında eriyip gidiyordu. Mesafeler ve içim daralıyordu. Rahmi benden daima yarım adım öndeydi ve ben façasını bozmamak için buna müsaade ediyordum. Normalde onu geçebilirdim. Medeni insanlarız nihayetinde diye düşündüm, sonuçta lise okuyorduk ve bazı şeyleri aşmıştık. Mesafe kapandı. Rahmi güven veriyordu, kararlı adımlar bitmek üzereydi. Bu güvenle arkada saklanan pısırık bir tip olmak istemedim. İki adım fazladan atıp Rahmi’nin bir buçuk adım önüne geçtim. Buradan sonra neler olacağı konusunda zerre fikrimiz yoktu. Artık birbirimizden başka gidecek bir yerimiz kalmamıştı. Yüz yüzeydik. Gününü göstermeye geldiğimiz herifin epey yaratıcı bir fikri vardı. Burnumdan sıcak sıcak akan sıvıdan anlamıştım bunu. Anlama kabiliyetim her zaman beni tatmin etmiştir. Adam yaradana sığınıp vurmuştu. Burnumdan kanlar nisan yağmuru gibi bastırınca adam ikinciyi vurmanın kimseye bir faydası olmayacağını düşündü. Kibar adamdı, duracağı yeri bilmeliydi insan. İblis ve ekibi yanımıza koşup geldi, Rahmi’ye sarıldı, bizimki de ona tabi. Kanım kurudu, bir şeyi sulandırmanın anlamı yoktu. Sıradan bir burun kanı ile aşkı gölgelemek bencillikten başka bir şey değildi. Rahmi mahcup oldu yolda, yenge, Rahmi ve ben mahalleye döndük. Her şey kendi anlamında yok oluyordu Rahmi’nin gözünde. Sürekliliği olan tek şey aşkıydı. Hiçbir vaziyetin onun önüne geçmesine izin vermiyordu. Kızın okulda başka çocuklarla detaylı samimiyetler kurmasını medeni kanunla bağdaştırıyordu. Ehliyete yaşı tutmayan kişilerin mahalle aralarında paldır küldür sürdüğü arabalara binmesini trafik kurallarına aykırı değil, dostane buluyordu. Bir ara gözü açılır gibi oldu Rahmi’nin. Pat diye ayrıldı. Kız hiç itiraz etmedi. Efendi gibi ayrıldılar. Bizimki aşk acısı çekip babasından çaldığı sigaralardan öksüre öksüre hazmediyordu. On gün sonra filan kız buluşmak istedi. Rahmi’den onurlu bir duruş beklemek en çok benim hakkımdı. Burnum eskiye oranla gönyesi kaymış haldeydi. Rahmi estetiğe iman ediyordu. Koşa koşa gitti. Gözleri ışıl ışıl gelince anlamıştım barıştıklarını. Dün geceyi hastanede geçirmiş, kolunda serum izini kapatan pamuk ve üzerine yara bandı. İntihar etmiş Rahmi için. Midesini yıkayıp serum takmışlar. Rahmi yağ olup erimiş tabii. Cebindeki kırk lirayı da almış. Aynı hafta bizim bölüm sonu canavarıyla görmüşler kızı. Rahmi garibim ne yapsın. İnsaflı bir arkadaşı dayanamayıp uzun bir mesajla itiraf etmiş buna sonra. Ne intihar gerçek ne de bunu sevdiği. Rahmi kızı çağırıp görüşeceğim dedi. Onurlu çocuktu neticede, insanın da bir sınırı vardı. Buluşmaya benim de gelmemi istedi. Kızın moraran yüzünü görmek paha biçilecek bir durum değildi. Mahallenin arkasındaki çamlar altına gittik. Hava lüzumsuz insanları sepetlemek için müsaitti. Geldi. Rahmi, ‘’bu işi uzatmanın anlamı yok, birbirimizi yıpratıyoruz, ailelerimize aramızdakileri anlatıp en azından aile arasında söz takalım, böyle birbirimize daha çok bağlanırız’’ dedi. Serin sular başımdan aşağı devrilmişti. Kaynar sular ise kızın başından aşağıya boca edilmişti Rahmi tarafından. Ana rahminden çıkmak dışında yaptığı en saçma hareketti bu Rahmi’nin. Kız arkasına bile bakmadan gitti. Birkaç gün sonra kızın teyzesi ile eniştesi geldi bunun yanına. Kızlarından uzak durmasını yoksa sonunun iyi olmayacağını, kızlarını başka bir adamla sözleyeceklerini söyleyip gittiler. Mesaj açıktı ve Rahmi kıt beyinli de olsa eninde sonunda algılıyordu. Günler sonra Rahmi yolumuzun üstündeki mezarlıktan geçerken parmağından çıkardı yüzüğü. Boyundan on santim yukarı doğru havaya atıp düşmeye yakın, ayağıyla bir koydu; önce mezar taşına sonra ot bitmemiş mezar toprağının üzerine. Rahmi kendi kendine yaydığı kötü enerji ile boğuldu. Kız ise okulunun bahçesinden dayağını yediğimiz adam ile sözlenmiş sonra yine rahat durmayıp adamın bir başkasını yaralamasına sebep olmuştu. Rahmi’nin içinin yağları eridi haliyle, o sevinçle bir gün, ‘’on sekizime basar basmaz ilk iş iddaa bayisine girip takla atacağım’’ demişti, bismillah sandalyenin bir bacağını kırdı. Asla unutmaz, Allah ve ben oradaydık, ne zaman hatırlasak güleriz.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.